Dünya Kocaman, Dertlerimiz Küçücük

Uçağım az önce havalandı. Evet, dönüş yolcuğu başladı. Uçağa binerken verdikleri gazetenin kapak fotoğrafını görmek bile beni germeye yetti. O haberleri okumak istemiyorum, o psikolojiye girmek istemiyorum. Bir sürü duygu ve düşünce biriktirdim burada. Onlara geçmeden önce turun son iki gününden ve bugün yaptıklarımdan bahsedeyim en iyisi.

Her sabah Pieter bize bugün aktivitelerden hangisini yapacaksınız diye soruyor. Ben de her sabah bir şey yapmayacağım diyorum ama sonra dayanamayıp kendimi yeni şeyler denerken buluyorum. Perşembe günü sky diving veya sand boarding yapma şansımız vardı. Ben sand boardingi denedim yani kum kayağı diyebiliriz. Baştaki tek çekincem düşüp oramı buramı incitmekti. Neyse ki kumda yapılanı o kadar korkunç değil. Hatta bayağı hoşuma bile gitti. Düşünsenize karda kayarken donan elleriniz ve ayaklarınız burada sıcacık, ayrıca düşerseniz yumuşacık kumlara düşüyorsunuz. Öncelikle karda kayarken kullanılan bordlarla kaydık. Daha sonra ise bizi daha yüksek bir tepeye götürerek yüz üstü yattığımız bordlara bindirdiler ve aşağı doğru ittiler. Vuhuuuu öyle eğlenceli ki!!! Üstünüz, başınız, yüzünüz, gözünüz kum oluyor ama zararı yok. Tek kötü tarafı elinizde bordlarla tepeye kadar kendiniz çıkıyorsunuz. Hava sıcak, kumlar kaygan ve yol uzun, dolayısıyla çıkarken canınız da çıkıyor.
965c8-282b022b20162b-2b1

e43af-212b022b20162b-2b1

Turun son günü ise Afrika’nın en güney ucu, Hint Okyanusuyla Atlas Okyanusunun birleştiği yer olan Cape Agulhas’a gittik. Kısmette buralara da gelmek varmış.
6f701-212b022b20162b-2b1

img_5135

Daha sonra yol üstündeki bir sahil kasabasına uğrayıp öğle yemeğimizi yedik. En son da yine penguenleriyle ünlü bir plaja. Her uğradığımız yer birbirinden güzeldi.
e7322-222b022b20162b-2b1

6 günde 2.000 km’den fazla yol yapmışız. Turda çok güzel arkadaşlıklar edindim. Düşünsenize 6 günümüz sabah akşam hep birlikte geçti. Kişi sayısı da fazla olmadığı için herkes birbiriyle kaynaştı. En yakınlarım Avusturya’lı Christine ve Alman Matthias’dı. Christine 37 yaşında, Viyana’da köpeğiyle yaşıyor. Matthias ise 35 yaşında, benim gibi Endüstri Mühendisi ve o da Düsseldorf’ta yalnız yaşıyor. Herkes birbirinin ülkesine gitmeye söz verdi, telefonlar, adresler alındı.

En son ayrılmaya yakın, minibüsümüz beni bırakırken Christine’e dönüp dedim ki “Christine seni özleyeceğim”. Bir baktım ki gözleri dolmuş, yaşlar pıtır pıtır akıyor. Sarıldık birbirimize.. Öyle şaşırdım ki, ne diyeceğimi bilemedim. Biz Avrupalıların hep bireysel olduğunu ve daha az duygusal davrandığını düşünürüz ya o yüzden şaşkınlığım bir kat daha arttı. Aslında Mark Twain’in çok sevdiğim bir sözü var. “Önyargı, taassup ve dar görüşlülüğün en iyi tedavisi seyahattir” demiş. Böylece bir önyargımı daha kırmış oldum.

Sadece bu olay için değil, biz toplum olarak hep aynılaşmaya, aynı düşünmeye, aynı inanmaya, aynı davranmaya o kadar zorlanmışız ki azıcık bir farklılık görmeyelim hemen ötekileştiriyoruz insanları. Güney Afrika’da fark ettiğim bir diğer şey ise burada her milletten, her dinden, her düşünceden insan var, o yüzden kimse kimseyle uğraşmıyor, herkes herkesi olduğu gibi kabul etmiş. Bizim de bunu başarabilmemiz için Türk insanının daha çok seyahat etmesi, başka kültürleri görmesi, değişiklikleri benimsemesi, onları bir renk olarak düşünmesi gerekiyor. Birbirimizle uğraşmaktan vakit bulursak inşallah bir gün o günleri de göreceğiz..

Neyse minibüsümüz Cumartesi akşamı beni Yunus Bey’lerin evine bıraktı. Cape Town’daki son gecemi de orada geçirdim. Eşi Hint asıllı olduğu için bize birbirinden güzel Hint yemekleri yapmış. Sabah da Botanik Bahçesi’ne gidip kahvaltı yaptık. Sonrasında bahçeyi gezdik. Tabi bahçe uçsuz bucaksız, saatlerce gezseniz bitmeyecek türden, çiçekler, otlar, kuşlar, böcekler.. Uçak saati yaklaşmaya başlayınca eve döndük ve sonra Yunus Bey beni havaalanına bıraktı. Kendisinin hakkını ödeyemem, bu yolculuğun her anında emeği çok büyük..
6d5e0-212b022b20162b-2b1

Gelelim seyahatin duygu ve düşünceler kısmına. Ben bu seyahat boyunca bir gün olsun burada ne işim var, ne yapıyorum demedim. Bir gün olsun kendimi yalnız hissetmedim. Hiç sıkıntı çekmedin mi diyecek olursanız, tek söyleyebileceğim şey bazı geceler yatarken duyduğum endişe olabilir. Çünkü öyle yerlerde kaldığımız oldu ki, karanlık ve ıssız kocaman araziler, odalar birbirine uzak, telefon doğru düzgün çekmiyor, tek duyduğunuz ses dalga sesleri.. Böyle gecelerde yanımda getirdiğim el feneri hayatımı kurtardı diyebilirim. Hem odaya giderken, hem de gece odada bir ses duyduğumda. Bu endişeler biraz da kadın olmakla, erkeklere karşı savunmasız olmakla ilgili bir şey. Erkeklerin anlaması biraz zor olabilir.. Her neyse çok şükür ki her şey çok yolunda gitti. Canımı sıkacak en ufak bir hatıram olmadı burada. Hayatım boyunca yaptığım en güzel şeylerden biriydi diyebilirim.

Kaldığımız backpackerslarda Afrika’yı gezen insanlarla karşılaştım. Mesela Alman bir bankacıyla muhabbet ettik, 11 aydır kıtayı tek başına arşınlayan. Gezdikçe öğrendim ki burası bambaşka bir dünya. Keşfetmeyle bitmeyecek, içinde bambaşka renkleri barındıran.. Burada bir söz var: “Afrika’da yaşadığımız için Afrika’lı değiliz, Afrika bizim içimizde yaşadığı için Afrika’lıyız” diye.

Yola çıkmadan önce dünyanın kocaman, dertlerimizin ise küçücük olduğunu biliyordum zaten. Burada bunu bir de kendi gözlerimle görmüş oldum. Uzaktan bakınca dertlerim küçüldü, küçüldü, ufacık kaldılar.. Onlar küçüldükçe ben büyüdüm. Hani ilk yazımda demiştim ya ablam bana nereye gidersen git toton da seninle gelecek demişti diye. Burada fark ettim ki, benim kendimle hiçbir sorunum yok, kendimi çok seviyorum. Diğer insanları da en az kendim kadar seviyorum. Dünyayı seviyorum üzerinde binbir çeşit mucize barındırdığı için. Yaşamayı seviyorum, hissetmeyi seviyorum.. Benim derdim hissedemediğimiz hayatlar yaşamakla ilgili. Çok mu derin düşünüyorum, kendimi boş yere mi yıpratıyorum bilmiyorum. Tek bildiğim bu işte bir yanlışlığın olduğu..

Buraya gelmeden önce acaba dönerken kafamda ne gibi düşünceler olacak diye çok merak ediyordum. 3 hafta belki kısa bir süreydi ama bana yılların yaşatamadığı tecrübeyi yaşattı. Cape Town’da yaşayan birçok kişinin bile giremediği teneke mahallelere girdim, oradaki hayatlara şahit oldum, birbirinden güzel çocuklar tanıdım, bir sürü milletten insanla karşılaştım, güzel arkadaşlar edindim, doğanın bize sunduğu güzelliklerden başım döndü, daha önce hiç görmediğim, adını bile duymadığım hayvanlar gördüm, dolu dolu yaşadım, çok hissettim, çok sevdim. Hepsi içimde birikti, birikti, birikti.. Şimdi içimdeki duygular, kafamdaki düşünceler biraz yumak halinde. Onları yavaş yavaş çözüp hayatıma yansıtmam gerekecek. Bakalım bunu başarabilecek miyim?

Aslında diyorum ki kendime bir sponsor bulup dünyayı gezsem, her gittiğim yerde yaşadıklarımı, gördüklerimi anlatsam burada. Ne kadar güzel olur değil mi? Off, hayali bile çok güzel… İşte bana gece yatmadan önce kuracak bir hayal daha çıktı. Şimdilik benden bu kadar, başka maceralarda görüşmek üzere…

Macera Dolu Bir Gün Daha

Bugün gün çok erken başladı. Sabah 04:00’te kalktığımda dışarıdan gelen yağmur ve gök gürültüsünün sesini duyunca tüh dedim bütün hayvanlar kuytulara çekilecek. Addo Fil Parkı’na vardığımızda hava daha aydınlanmamıştı. Park o kadar kocaman ki toplamda 180.000 hektar alanı varmış. Bizleri yanları açık safari araçlarına bindirdiler ve hepimize birer yağmurluk verdiler.

Parkın rehberi diyor ki hava için üzgünüm, eğer hiçbir şey göremezseniz ağlamayın lütfen. Nasıl yani, o kadar kötü durumda olamayız, en azından filleri görürüz diye düşündüm. Araç hareket ettikçe içerisinde öyle bir rüzgar esiyor ki donuyoruz, bir yandan da yanlardan yağmur geliyor, bacaklarım ıslanıyor. 2 saat boyunca gördüğümüz en güzel hayvan zebralardı. Renklerine, asaletlerine hayran kaldım. Ama onun dışında gördüklerimiz çakal, kudu, kaplumbağa vb. Zaten baktık ki ortada hayvan falan yok, hepimiz uyuyakaldık. Gözümü açtığımda safari bitmişti. Bir an panik oldum acaba uyurken bir şey kaçırdım mı diye. Yanımdakine filler var mıydı diye sordum, hayır anlamında kafasını salladı. Rehber hepimizden özür dileyerek bizimle vedalaştı. Tiplerimizi görmeliydiniz, herkes hayal kırıklığı içerisindeydi.
img_4896

Sonra turumuzun rehberi Pieter geldi. Ne gördünüz diye sordu ve filleri bile göremediğimizi duyunca şaşırdı. Dedi ki filleri görmeden sizi bu parktan çıkartmayacağım merak etmeyin. Böylece hepimizin yüreğine su serpti. Ne bu fil aşkı, hayatında hiç fil görmedin mi demeyin. Tabi ki gördüm. Ama burası farklı, burası onların doğal yaşam alanı ve onlardan yüzlerce var burada. Bu kadar şanssızlık olmamalı.

Hep birlikte kahvaltı yaptık. Sonra Pieter’le gezmeye başladık parkı. Hava biraz açıldı, yağmur durdu. Gidiyoruz, gidiyoruz, yavaş yavaş hayvanlar ortalarda gezinmeye başlıyorlar. Daha önce hiç görmediğim, Türkçesini bile bilmediğim birkaç değişik hayvan gördük. Bir tanesinin öyle güzel boynuzları var ki böyle spiral şeklinde upuzun. Sonra bir de ne görelim minik bir göletin etrafında bir fil ailesi. Hem de minnoş küçük yavru da yanlarında. Hepimiz çığlıklar içinde onları izledik, fotoğraflarını çektik. Biraz su içip yollarına devam ettiler.
7ceb0-img_4919

Biraz daha ilerledikten sonra da bir bufalo gördük, amma değişik bir hayvan, bize dilini çıkarttı.
5f9ae-img_4928

Afrika’da safari diyince “Big 5” yani “Büyük 5” akla geliyor. Bunlar fil, leopar, aslan, bufalo ve gergedan. Bugün bizim payımıza 5’ten 2 düştü. Zaten parkta aslanlar o kadar azmış ki çok çok nadiren görebiliyormuşsunuz. Leopar ve gergedan da artık başka bir sefere diyerek, filleri ve bufaloyu görmenin verdiği mutlulukla parktan ayrıldık.

Safariden sonraki aktivitemiz ziplining’di. Hani böyle ağaçlar arasına metal halatlar geriyorlar, kayarak karşıya geçiyorsunuz ya, ondan. Dünkü bungee jumping köprüsündeki yürüyüşümden sonra beni hiçbir yükseklik korkutamaz diyerek bunu yapabilirim diye düşündüm. Meğer burada bu iş bir kere değilmiş, benim Türkiye’de ve diğer ülkelerde gördüğüm tek bir uzun ip oluyor ondan kayıyorsunuz ve iş bitiyor. Burada bir sürü parkur vardı, birinden kayıyorsunuz, sonra diğeri, sonra bir diğeri, toplamda 8 kere kaymanız gerekiyor. Dedim ki ne gerek var, neden bir kere değil de 8 kere yapıyoruz bunu? Meğer gitgide yüksekliği ve eğimi artıyor, daha heyecanlı hale geliyormuş. Tamam dedim, ben varım bu işte.

Her şeyde olduğu gibi ilkine başlamak çok zordu, çığlık çığlığa kaydım. Sonrakiler daha keyifliydi. Zaten insan gitgide alışıyor, hızını ayarlamaya başlıyor ve gerçekten zevkini çıkara çıkara, etrafı izleyerek kaymaya başlıyor. Zaten doğa, manzara bir harika. İyi ki yapmışım.
41eb5-img_4955

d1da4-img_4956

Anlayacağınız günüm yine dolu dolu, çok güzel geçti. Bu arada Ankara’da bombalı saldırı yapıldığını, onlarca ölü ve yaralının olduğunu üzülerek öğrendim. İnsanlar acılar içindeyken, burada günlerimi böyle keyifli geçirdiğim için suçlu hissettim kendimi. Ama doğru olan hayatı bu şekilde yaşamak değil mi? Dünya bombalar, silahlar, katliamlar için yaratılmadı. Ne diyeyim herkese geçmiş olsun, bu acılar en kısa sürede son bulsun ve ülkemin insanlarının yüzü gülsün artık…

Adrenalin Dorukta

Bugün günlerden bungee jumping!! Hayır tabi ki atlamadım ama izlemesi bile beni öyle heyecanlandırdı ki atlayanları düşündükçe hala çılgınlıklarına inanamıyorum. Bloukrans Köprüsü dünyada bungee jumping yapılan en yüksek yer olarak guinness rekorlar kitabına girmiş. Yüksekliği 216 m. Köprü o kadar yüksekte ki nehrin ne kadar derinde olduğunu görmekte zorlanıyorsunuz. Fotoğrafı iyice yaklaştırırsanız atlayanın ne kadar küçük kaldığını görebilmeniz mümkün.
a0e3a-172b022b20162b-2b1

Bizim turdan 2 kişi atlamak istediği için sabah ilk olarak oraya gittik. Atlamak istemiyorsanız bir miktar ücret ödeyerek köprüye gidip atlayanları izleyebiliyorsunuz. Diğerleri ya uzaktan izliyor ya da restoranın içindeki televizyonlardan. Uzaktan izlediğinizde atlayanı görmeniz çok çok zor. Ben de gelmişken yakından izleyim dedim. İzlemek için gitseniz bile başınıza gelebilecek şeylerin sorumluluğunu üstlendiğinizi yazan bir form imzalatıyorlar size. Zaten burada her gün bir aktivite için form imzalıyoruz.

Neyse sıra bize geldiğinde atlayanlar ve izleyiciler olarak toplamda 15-20 kişi bir araya geldik. Ben sanıyorum ki bizi otobüslere bindirip götürecekler. Meğer köprünün altında demir bir kafes yapmışlar, bungee jumpingin yapıldığı yere gitmemiz için o yolu kendimizin yürümesi gerekiyormuş. Yani bu demek oluyor ki 216 m. yukarıdasınız, ayaklarınızın altında sadece teller var, aşağısı bomboş ve uzun mu uzun bir yolu bu şekilde yürümeniz bekleniyor. Off çok korkunçtu! Böyle olduğunu görünce vazgeçeyim dedim. Çünkü görüntü dayanılacak gibi değildi, benim gibi şok olup dönsek mi devam etsek mi diye düşünenler oldu. Atlayacaklar zaten önden hızlı hızlı gittiler. Biz arkada, kenarlara tutuna tutuna, aşağıya bakmamaya çalışarak yavaş yavaş yürüdük. Ömrümden ömür gitti diyebilirim. Oraya kadar gitmişken dönmek istemedim, zaten atlamıyorum, en azından bunu yapmalıyım diye düşündüm.

Uzun süre yürüdükten sonra bungee jumping yapılan yere ulaştık. Ayağımızı betona bastığımız anda derin bir oh çektik. Oradaki atmosferi anlatamam. Tam bir çılgınlık, acayip rüzgar esiyor, battaniyelere sarılıyorsunuz, müzik son ses açılmış, herkes beklerken dans ediyor, numaralar okunuyor sırayla, sırası gelenin ayağına zincirler bağlanıyor, sonra çığlıklar içinde atlıyorlar, durduğunuz yerden en aşağısı görünmediği için insanlar atladıktan sonra monitörlerden aşağıda neler olduğunu izliyorsunuz. Orada bulunmak bile o kadar heyecanlıydı ki. Yaklaşık 10 kişinin atlayışını izledik. Kimisi ayağı yerine beline bağlatıyor zincirleri, hatta bir kadın ters atlamak istediğini söyleyerek geriye doğru atladı. Ortam delilerle doluydu. Çok hoşuma gitti, izlemek bile acayip adrenalin oldu bana. Sonra yine maalesef aynı yoldan dönmek zorundaydık. Bu sefer aşağıyı hiç düşünmeden, sadece önüme bakarak daha hızlı bir şekilde yürüdüm.
e02c1-172b022b20162b-2b1

img_4838

Sonra Tsitsikamma Parkı’na gittik. Burası da yine bir doğa harikası. İçerisinde 2 saat kadar yürüdük. Ağaçlar, sahiller, köprüler, daha önce hiç görmediğim hayvanlar gördüm.
c5a3a-182b022b20162b-2b1

a02c9-182b022b20162b-2b1

46c4f-182b022b20162b-2b1

Şimdi yoldayız, Addo Fil Parkı’nın yakınındaki konaklayacağımız yere gidiyoruz. Sabah çok erkenden kalkıp parkta safari yapacağız. Parkta 600’e yakın fil yaşıyormuş, onun dışında bufalo, aslan, gergedan, zebra gibi bir sürü hayvan varmış içerisinde. Bu arada burası gerçekten hayvanların doğal yaşam alanıymış. Çevrede hayvanların bir araya getirilerek oluşturulduğu büyük çiftliklerden değilmiş yani. Filler çok olduğu için parka her gelen filleri görüyormuş ama diğer hayvanları görmek biraz şansa bağlıymış. O kadar uzaklardan geldim, inşallah bana bir güzellik yaparlar..

Maceranın İkinci Kısmı Başladı

Az önce Sedgefield’deki kalacağımız yere geldik. Şu anda turdaki arkadaşlarla kumsalda bir tepeye uzanmış güneşin batışını izliyoruz. Okyanus acayip dalgalı, rüzgardan kumlar uçuşuyor, etrafta kimsecikler yok, tek duyduğumuz ses dalgaların sesi.
dbe2d-172b022b20162b-2b1

İki güne neler sığdırdım neler.. Rehberimiz Pieter dün sabah erkenden evden almaya geldi beni. Evdekilerle kucaklaştık, vedalaştık. Uğurlamaya kapıya kadar çıktılar. Pieter kalabalığa şöyle bir baktı ama anlayamadı. Sonradan bana soruyor ki senin kaldığın ev nasıl bir evdi öyle, bir sürü insan çıktı içinden? Sonra minibüsümüze bindim. Küçük, sevimli bir şey, arkasına içinde valizlerimizin bulunduğu bir treyler takılı.
dc04f-172b022b20162b-2b1

Turumuzun ismi Garden Route Tour. Cape Town’dan başlayıp, Port Elizabeth’e kadar gidip, 6 günün sonunda tekrar Cape Town’a döneceğiz. Konaklanacak yerlerin sırası uygunluk durumlarına göre değişiklik gösterse de genel olarak rotamız haritada belirtildiği gibi olacak.
tour

Pieter hariç toplamda 11 kişiyiz. 6 Alman, 2 Flaman, 1 Avusturyalı ve 1 Kosta Rikalı var. Tabi 1 tane de Türk. Yalnız seyahat etmek nasıl olacak acaba diye düşünürken tura benim gibi yalnız katılan 4 kişinin daha olduğunu fark ettim. Aslında düşününce ne kadar güzel. Bir şey mi yapmak istiyorsun, bir yeri mi merak ediyorsun? Kimseye muhtaç değilsin, kendi kendine de her şeyi yapabilirsin, hem de zevk alarak..

Dün uzunca bir yol gittik. Sonrasında Cango Caves denilen sarkık ve dikitlerin olduğu bir mağarayı gezdik. İçerisi büyüleyici gerçekten. İki farklı parkuru var. Birisi normal olan, diğeri de maceralı olan. Maceralı olanda daha dar geçitler, sürünerek geçilen bölümler var. Anlattıklarına göre geçtiğimiz yıllarda kilolu bir kadın bu parkuru yaparken sıkışmış ve arkasından gelen tüm insanlar da içeride mahsur kalmış. 11 saatte çıkarabilmişler herkesi. Kapalı alanları hiç sevmem zaten, neme lazım diyerek normal parkuru seçtim. Türkiye’de de buraya benzer yerler gezdiğim için çok etkiledim desem yalan olur. Etkilendiğim tek nokta içerinin akustiğini göstermek amaçlı mağaranın rehberinin tüm ışıkları söndürerek şarkı söylediği andı. Buranın yerel dilinde bir şarkıydı. Ne dediğini anlamasam da mağaranın içinde etraf kapkaranlıkken dinlediğim o şarkı tüylerimi diken diken etti. Rehberin de sesi öyle güzel ki, kapattım gözlerimi şarkıyı tümüyle hissettim. İçerinin akustiği gerçekten çok iyi. Zaten 90’lı yıllara kadar mağarada konserler verilirmiş ama gelen kalabalıkların verdiği zarar fark edilince içeride konser verilmesini yasaklamışlar. İnsan her yerde aynı insan ne de olsa.
b4071-172b022b20162b-2b1

Akşam “backpackers”ımıza geldik. Türkçesi sırt çantasıyla gezen kişilerin konakladığı yer, bizdeki pansiyon hesabı. İmkanlar minimum ölçüde ama temizlik ve ortam gayet iyiydi. Tur boyunca her akşam başka bir backpackersda konaklayacağız. Akşam yemeğimizde deve kuşu eti vardı. Bu arada burası deve kuşlarıyla ünlü. Tadı fena değildi, başta ciğer gibi biraz ağır geliyor ama rahatlıkla yeniyor.

Bugün sabahtan deve kuşlarının olduğu bir çiftliğe gittik. Çiftlikteki rehber, kuşlar hakkında bize bir sürü şey anlattı. Bayağı komik hayvanlar. Düşünsenize gözleri 60 gramken beyinleri sadece 40 gram. Hayvanların tüylerinden, etinden ve derisinden faydalanıyorlar. Hani Rio Karnavalında gördüğümüz tüyler var ya onların çoğu deve kuşu tüyüymüş. Deve kuşlarını besledik, sevdik. Aslında üzerlerine binmek de mümkün ama kimse binmek istemedi. Oldukça hızlı hayvanlar, saatte 60-70 km koşabiliyorlarmış.
8f5d1-172b022b20162b-2b1

fa6ce-172b022b20162b-2b1

Daha sonra spor aktiviteleri başladı. Fiziksel aktivitenin oldukça yoğun olduğu bir gündü. Önce bir nehir kenarına giderek, 2şerli kanolara bindik ve 45 dk. boyunca kürek çektik. Benim kano arkadaşım Viyanalı Christine’di. O kadar huzur verici bir aktivite ki, yemyeşil doğanın içinde kuş cıvıltılarıyla kürek çekiyorsunuz. O manzara ve huzuru aklıma kazıdım, zor zamanlarda hatırlamak için. Nehir kenarında karavanlarıyla konaklayan bir sürü insan gördük, tatil yapma şekillerine imrendim.
img_4815

8e30b-172b022b20162b-2b1

45 dk. sonra bir kıyıya ulaştık ve kanoları oraya bırakıp bu sefer ormanın içinde yürümeye başladık. Yolumuz 2 km.ydi. Kuşlarıyla ünlü doğal bir park burası. Yemyeşil, mis gibi kokuyor. 2 km. sonra bir şelaleye varıyorsunuz. Orada kayaların üzerine oturup öğle yemeğimizi yedik. Muhabbet ettik, biraz uzanıp gözyüzünü izledik. Sonra tekrar yürüyüş, tekrar kano ve geldiğimiz yerdeydik. Çok yorulduk ama öyle iyi geldi ki…

Akşam da okyanus kenarındaki backpackersımıza vardık. İnsanlarla hemen kaynaştım, zaten herkes muhabbete hazır. Yaş ortalaması gönüllü evine göre daha yüksek, benim için daha iyi. Önümüzdeki günlerde bir sürü farklı yer ve bir sürü farklı aktivite var. Elimden geldiğince yazacağım, tekrar görüşmek üzere..

Evden Ayrılma Vakti Geldi

Eşyalarımı toplayıp valizlere yerleştirdim. Yarın sabah yolculuk başlıyor. İki hafta nasıl geçti gerçekten anlamak çok zor. Sanki geleli birkaç gün olmuş gibi hissediyorum. İlk geldiğim gece uyurken oldukça endişeliydim. Dünyanın öbür ucunda, hiç tanımadığınız 11 kişiyle aynı evde uyuduğunuzu düşünün. Hepsi ayrı bir ülkeden gelmiş, İngiliz, İskoç, Kanadalı, Amerikalı, Avusturalyalı, Brezilyalı ve Hollandalı. Ayrıca öyle bir ev düşünün ki güvenlik nedeniyle 3 tane dış kapısı var. İkisi demir, birisi ahşap. 3 ayrı anahtarla giriliyor. Buna rağmen eve biri girerse diye panik butonu koymuşlar. Bir de odada camların yakınına değerli eşyalarınızı koymayın diyorlar, çünkü geçtiğimiz günlerde gece birisi camların demirlerinin arasından ellerini sokarak bir şeyler almaya çalışmış. Hem de bu benim yattığım odada olmuş.

Tabi insan tüm bunları düşününce bir sürü soru geliyor aklına. Gece uyurken evdekiler odama girerler mi? Parama, pasaportuma bir şey olur mu? Eve dışarıdan biri girerse ne yaparım? vs vs. Ama tüm bu sorulara rağmen birkaç gün geçmeden kendimi buraya ait hissetmeye başladım. Hani kapıdan girdiğinizde ohh eve geldim hissi vardır ya, işte o hissi vermeye başladı bana. Gelmeden önce iki hafta nasıl geçecek acaba diye düşünürken şimdi diyorum ki aslında uzunca bir süre yaşayabilirim burada. Düşünsenize 3 öğün yemeğiniz hazır, haftada bir gün çamaşırlarınız yıkanıp odanıza konuluyor, gündüzleri kara kuzular, akşamları zaten gırgır şamata, haftasonları deseniz gezme tozma. Bir insan daha ne isteyebilir ki?

Güzel insanlarla tanıştım burada. Bir sürü şey öğrendim onlardan. Bundan sonra da görüşmeyi isteyeceğim kişiler var aralarında. Yarın sabah hepsinden ayrılıp ilk kez tek başıma tatile çıkacağım. Onlar okullara gitmeye devam edecekler. Sonra ülkelerine dönecekler, onların yerine başkaları gelecek, ben çok çok uzaklardayken de bu evde farklı kişilerle aynı yaşam devam edecek.
173a4-152b022b20162b-2b1

Biraz da haftasonu yaptıklarımdan bahsedeyim. Dedim ya burası bir cennetmiş diye. Birçok yerde bulamadığım huzuru ve mutluluğu burada buldum. Havasından mıdır, suyundan mıdır, gökyüzünden midir nedendir hala düşünüyorum. Bir şey var bu şehirde. Bir şey ama ne? Eğer anlayabilirsem sizlere de söyleyeceğim.

Cumartesi günü evden 4 kişi çevredeki üzüm bağlarını gezdiren bir tura katıldık. Tur 6 ayrı bağda durdu. Hepsinin sahibi bize üzümler, yaptıkları şaraplar, besledikleri hayvanlar hakkında bilgi verdikten sonra şarap tadımına geçildi. Güney Afrika şaraplarıyla dünya sıralamasında 7. ülkeymiş. Birinde yanında çikolata ikram ediyorlar, öbüründe barbekü yapıyorlar, diğerinde çeşit çeşit peynirler getiriyorlar. Öyle yerler düşünün ki uçsuz bucaksız yemyeşil araziler, içinde lüks, yüksek tavanlı evler, etrafta hayvanlar.. Ne güzel hayatlar var diyor insan, nefes aldığını hissediyor.
f57c6-152b022b20162b-2b1

0f86d-152b022b20162b-2b1

img_4626

Bugün ise Nelson Mandela’nın yıllarca tutuklu kaldığı Robben Island’a gittik. Kaldığı hücreyi gördük, yaşananları dinledik. Hem de o yıllarda orada yatmış bir mahkumun ağzından. Günlerini nasıl geçirirler, ne kadar yemek verilir, nasıl davranılır hepsini öğrendik. Oldukça üzücü tabi, bu ülkenin çok acılı bir tarihi var. İnsanların birbirleriyle bu kadar dertlerinin olmasını kafam almıyor, kendimi ne kadar zorlasam da anlayamıyorum bir türlü.
img_4670

img_4676

Öğleden sonra ise Waterfront’taydık. Hava sıcak, barlardan kafelerden gelen canlı müzik sesleri martıların seslerine karışıyor. Alışveriş yapmak için öyle güzel yerler var ki, gezdikçe ağzım açık kalıyor. Dünyanın diğer yerlerinde zor göreceğiniz, hepsi birbirinden güzel, tasarım harikası şeyler. Çok vaktimiz kalmadığı için ufak tefek bir şeyler aldıktan sonra taksiyle evimize dönüyoruz. Bugünlük benden bu kadar. Herkese iyi geceler olsun..

Kara Kuzularla Son Günüm

Bugün gönüllülükte son günümdü. Dan evden çıkmadan önce son günü olanlara çocukların yanında ağlamayın, sizi ağlarken görmesinler dedi. Yok canım, ağlanacak ne var diye düşündüm ne yalan söyleyeyim.

Zaten cumaları yarım gün. Kreşin en küçükleriyle geçiriyoruz günümüzü. Bugün orta yaştaki çocukların öğretmenleri yoktu, o yüzden onlar da katıldılar bize. Öğretmen derken hiçbiri gerçek öğretmen değil aslında. Sadece çocuklarla ilgilenen kişiler. Çocuklara bir şeyler öğretirken görmedim hiç onları. Yemeklerine yardımcı oluyorlar, küçüklerin altlarını değiştiriyorlar o kadar. Bu arada yemek hazırladıkları masa ile alt değiştirdikleri masa aynı! Ayrıca kreşlerde sabun diye bir şey de görmedim. El yıkamak sadece eli suya tutmaktan ibaret. Çok ilginç bir şekilde çocuklar hiç su içmiyorlar burada. Hava o kadar sıcak ki, güneşin altında da oynuyorlar ama suluklarında sadece meyve suları var. Evlerinde su yok mu diye sordum, var ama beslenme alışkanlıkları bu şekildeymiş.

Buranın sorunu diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi açlık değil aslında. Sağlıklı beslenme. Happy Africa bu konuda elinden geleni yapıyor, kreşlere maddi olarak destek oluyor, sağlıklı gıdalar alınmasını sağlıyor ama evdeki yetişkinlerin de eğitilmesi gerekiyor bence. Çocukların ara öğünlerinde beslenme çantalarından çıkarttıklarına baktığımda hep renkli, şekerli yoğurtlar ve baharatlı krakerler görüyorum. Bugün İsviçreli yaşlı bir çift kreşe gelerek kutu kutu üzüm getirdiler. Çocuklar üzümlere bayıldılar. Böyle küçücük iyilikler ne kadar kıymetli aslında.

Yine oyunlarla, şarkılarla zamanı çabucak geçirdik. Artık bir çoğunun ismini biliyorum, onlar da beni tanıyorlar. Biz daha kreşe girmeden kapıda gördükleri anda kıyamet kopuyor zaten. Gitmeye yakın eşyaları kutulara yerleştirmeye başlarken boğazım düğümlendi. Dedim ki bir daha hiçbirini göremeyeceğim, inşallah sağlıklı bir şekilde büyüyüp mutlu insanlar olurlar. Arabaya oturduğum anda da gözyaşlarıma engel olamadım. Demek ki düşündüğüm kadar kolay bir iş değilmiş. Onları gerçekten çok çok özleyeceğim.
img_4533

img_4566

Eve geldiğimizde öğle yemeğimizi yedik ve ardından önümüzdeki hafta okullarda yapılacak aktiviteleri planlamaya başladık. Benim projemde önümüzdeki hafta çalışacak gönüllü yok. O yüzden 5 gün yerine 2 gün okullara gidilecek. Gönüllüler olmayınca African Impact çalışanları her işe yetişemiyor. Böylece gönüllülüğün ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış oldum.

Planlamalar bitince evde bize temizlikte yardımcı olan Jane’in doğum gününü kutladık hep birlikte, çok mutlu oldu. Shecky ve Jane bütün gün evde işleri yaptıktan sonra kendi evlerine gidiyorlar. İkisi de işlerinde çok başarılılar.
363dc-132b022b20162b-2b1

Akşam yine evde kağıt oynayarak geçirdik zamanımızı. Burada çok değişik oyunlar öğrendim. Başlarda niye çıkmıyoruz, evde oturup ne yapacağız diye düşünürken evde birlikte vakit geçirmekten bayağı zevk almaya başladım.

Yarın evden birkaç kişi çevredeki üzüm bağlarını gezmeye gideceğiz. Pazar günü için de Robben Island’a biletlerimizi aldık. Böylece bugünden itibaren maceranın tatil kısmı da başlamış oldu. Pazartesi günü sabah Garden Route Turu için firma beni evden alacak. Herkes bu turu çok methediyor burada. Bakalım nasıl bir turmuş, merak ediyorum. Günler güzel geçsin ama çabucak bitmesin istiyorum..

Hayatı Basitleştirmek

Bugünkü gündemim hayatı basitleştirmek. Ona geçmeden önce gün içinde yaptıklarımdan kısaca bahsedeyim. Sabah kuzularla her şey yine çok güzel gitti. Onlara hikayeler okudum, birlikte şarkılar söyledik, bu haftaki konumuz aile olduğu için anneden, babadan, kardeşlerden bahsedip onların resimlerini çizdik, sonra hep birlikte boyadık.
img_4487

Öğle arasında Sandiso beni mahallelerindeki bir ızgaracıya götürdü. Yolun kenarında, bir odanın içinde bir fırın düşünün. Kapısı bile yok, içerisi duman kaplı. Dolaptan istediğiniz etleri seçiyorsunuz ızgaraya atıyorlar, sonra tepside önünüze geliyor. Üzerine birkaç sinek konsa da, ortam çok çok salaş olsa da etler bayağı lezzetliydi. Ellerinizle yiyorsunuz. Bir koca biftek 2 büyük tavuk kanadı için 3-4 lira gibi bir şey ödedim.

Buranın para birimi Rand, 1 Türk Lirası 5 Rand’ın üzerinde. Avrupa’dan Amerika’dan sonra insan kendini iyi hissediyor. Ama onlar için korkunç tabi. Sandiso’yla konuşuyorum da buradaki yerlilerin yurt dışına çıkması çok zor. Bugünlerde 1 Avro yaklaşık 18 Rand. Biz 3 katıyken bile zorlanıyoruz, onlar için 18 katı olduğunu düşününce insan üzülüyor gerçekten de.

Yemeğimizi yedikten sonra kütüphaneye gittik. Bugün mahalle sakindi, bir problem yoktu. Okuldan çıkan çocuklar sokaklarda vakit geçirmek yerine doğruca kütüphaneye geliyorlar. Onların minik üniformalar içinde teker teker kapıdan içeri girişlerini görünce bayılıyorum. Bugün yine bir sürü şey yaptık birlikte, günümüz oldukça eğlenceli geçti ama valla pestilim çıktı. 40’a yakın çocuk var. Hepsiyle birazcık vakit geçirdikten sonra insanda ne hal kalıyor ne de ses. Ama yine de ayrılırken ortama şöyle bir baktım, çok özleyeceğim hepsini..
img_4498

img_4504

Perşembe günleri evde yarışma günü. Bu iş için her hafta birisi görevlendiriliyor ve o kişi evde oynanacak oyunları belirliyor. Bu hafta Jack çok güzel hazırlanmış, akşam iki takıma ayrıldık ve bir sürü oyun oynadık. Yerde oturarak balonla voleybol oynama, gargara yaparak şarkı söyleme, elden ele buz taşıma gibi ne kadar saçma şey varsa hepsini yaptık. Acayip eğlenceliydi. Onlardan bir sürü şey öğreniyorum. Bazı öğrendiklerime ağzım açık kalıyor. Dışarıda nasıl bir dünya varmış inanamıyorum. Yine burada detay veremeyeceğim ama isteyen olursa detaylı anlatırım.
c6f93-img_4521

img_4482

7a73e-112b022b20162b-2b1

Son olarak hayatı basitleştirmeye gelirsek, bugün bize African Impact ofisinden Kate katıldı. İşe yeni başlamış. Doğrudan çocuklarla çalışmayacak olsalar bile ofiste işe başlayanları projeleri öğrenmeleri için ekiplerle birlikte okullara gönderiyorlar. Onlar için bir çeşit oryantasyon. Kate benim yaşlarımda bir İngiliz. Babası Güney Afrika’lı ama aktivist olduğu için yıllarca Güney Afrika’ya girmeleri yasaklanmış. Yasak bitince bir gün buraya geliyorlar ve Kate buraya hayran kalıyor. Eşi de kendisi gibi İngiliz. İkisi de işi gücü bırakıyor ve buraya yerleşiyorlar, 4 yıldır buradalar. Neyse hikayeleri kısaca böyle, asıl bundan sonra anlattıkları benim duygularıma tercüman oldu. Diyor ki İngiltere’de ikimiz de çok iyi para kazanıyorduk ama kazandığımız parayı saçma sapan şeyler için harcıyorduk. Yeni bir saat, yeni kıyafetler, aslında ihtiyacımız olmayan bir sürü başka şey.. Buraya geldik, çok daha az kazanıyoruz ama harcamıyoruz da. Burada para harcamayı gerektirecek hiçbir şey yok. Hayatımız çok basit, kıyafetlerimiz basit, evimizde ütü bile yok.. Şu gökyüzüne bir baksana, gökyüzü bile burada daha büyük diye anlatmaya devam ediyor ki, ben araya giriyorum. Tamam Katecim mesele anlaşıldı, istersen konuyu daha fazla derinleştirmeyelim diyorum.

Gerçekten de hayatımızı ne kadar zorlaştırıyoruz biz. Her şeyi ne kadar ciddiye alıyoruz. Kendimizi ne kadar çok önemsiyoruz. Aslında her şey o kadar basit olabilir ki. Bugün ben Kate’in gözlerindeki o parıltıyı gördüm ve o koca gökyüzüne bakıp derin bir iç çektim…

Sürprizlerle Dolu Bir Gün Daha

Allahım her yerimi böcekler yedi. Bacaklarımda belimde bir sürü kızarıklık var. Dün akşam başladı, gitgide sayısı arttı. Birisi duruyor, öbürü kaşınıyor, kaşı kaşı geçmiyor. Kızarmak kaşınmak sorun değil de ne ıssırdı, üzerimde neler gezindi düşüncesi korkunç. Evdekilere sordum, hepsi benim de buramı yedi, benim de şuramı yedi diye vücutlarını gösteriyorlar. Takılmıyorlar fazla. Gece sürekli uyanıp uyanıp yatağımın içini ve odamı kontrol ettim ama hiçbir şey göremedim. Neyse ki yanımda bunun için krem ve antihistaminik ilaç getirmiştim. Bugün markete gidip böcek ilacı da aldım. İnşallah işe yarar.

Sabah yine kreşimize gittik. Gittiğim yerlerde her gün bana eşlik eden çalışan değişiyor. Bu hoşuma gidiyor, yolumuz uzun zaten, hepsiyle farklı şeyler konuşarak gidiyoruz. Bugün de kuzularla tüm aktiviteleri planlara uygun olarak gerçekleştirdik.
img_4427

Sonrasında öğle yemeğimizi yemek için yakınlardaki Fish Hoak Beach’e gittik. Hava çok sıcaktı ama okyanus kenarları bayağı esintili oluyor. Kendimize uygun bir yer bulup oturuyoruz. Sonra da evde hazırlanan yemeklerimizi açıp yiyoruz.
af549-img_4461

Yol üzerinde Güney Afrika’da sörfün doğduğu yer olarak bilinen Muizenberg kasabasından geçtik. Okyanus dalgaları öyle büyülü gözüküyordu ki, manzarasına hayran kaldım.
img_4270

Sabahları gittiğim 2 ayrı kreş, öğleden sonraları gittiğim bir kütüphane, iki de ev var. Yani 5 gün boyunca belirlenen günlerde 5 ayrı mekana gidiyorum. Farklı mahalleleri, farklı ortamları görme şansım oluyor. Bugün öğleden sonra kütüphane günüydü. Ama kütüphanenin olduğu mahalleye gittiğimizde sokaklar polis doluydu. Bir şeylerin ters gittiği belliydi. Kütüphane görevlisiyle konuştuğumuzda okullarla ilgili bir protesto olduğunu ama kütüphanede bir sorun olmayacağını söyledi. Bana eşlik eden Güney Afrika’lı Sandiso ise mahallenin güvenli olmadığını, neler olacağını bilemeyeceğimizi söyleyerek beni diğer bir projenin yürütüldüğü mahalleye götürdü. Böylece orayı da görmüş oldum.

Burası GAPA (Grandmother Against Poverty and AIDS) adında bir kuruluşun yeri. Devlet tarafından maddi olarak destekleniyor. Amaç çocukların okullarından çıktıktan sonra güvenli bir şekilde vakit geçirmelerini sağlamak. Çocuklar ilkokul, ortaokul çağlarında. African Impact de bu amaçla yanında oyuncaklar ve malzemeler getirerek çocuklarla hem içeride hem de dışarıda yapılacak aktiviteleri gerçekleştiriyor. Bugün hava o kadar sıcaktı ki, dışarıda çocukların burunları kanamaya başladı. O yüzden içeriye almaya çalıştık ama içerisi de o kadar büyük değil. Ortamı görseniz çocuk dolu, gürültü dayanılacak gibi değil, her biri masalarda bir şeyler yapmaya çalışıyor. Zaten amaç öğretici bir şey yapmaya çalışmak değil. Sadece çocuklar güvenli bir yerde vakitlerini geçirsinler yeter. Bir süre sonra şişeleri su ile doldurup çocukların kafalarına sıkmaya başladık. Öyle hoşlarına gitti ki, bana da bana da diye bağırıyorlar. Bu sıcakta yapılabilecek daha iyi bir aktivite yoktur herhalde.
img_4466

Onun dışında çok ilginç bir şekilde bugün yolda yürüyen çırılçıplak bir siyah adam gördüm. GAPA için gittiğimiz mahallede. Adam gerçekten çıplak. Yürüyor. Sandiso bile şaşırdı. Ne de olsa burası Afrika. Nelerle karşılaşacağımız hiç belli olmuyor. Gittiğimiz mahallelerin içini görseniz, insanın ağzı açık kalıyor. Aynı mahallede koyun kafasını pişirip satan sokak satıcıları da gördüm. Bizde kelle derler ya burada oldukça popüler bir yiyecek. Bu işin en sevdiğim tarafı turist olarak geldiğinizde giremeyeceğiniz yerlere girmeniz, göremeyeceğiniz yaşantıları görmeniz.

Sonra eve geldik. Shecky yine döktürmüştü, yemekleri yedikten sonra haftasonu turları ayarlanmaya başladı. Cumartesi günü evdeki çoğu kişi etraftaki bağları gezmeye karar verdi, ben de onlara katılacağım. Pazar günü ise üç kişi Nelson Mandela’nın yıllarca hapis yattığı Robben Island’a gideceğiz. Hafta içi akşamlar genellikle evde veya mahallede geçiyor. Saat 10 olunca da herkes uykuya çekiliyor. Ben kendimi Türkiye’de tavuk sanırdım, burada gece kuşu oldum resmen. Uykuya amma düşkünler. Avrupa’da hani turistlik yerler dışında akşam mahalleler boşalır, dükkanlar kapanır, bu insanlar neredeler, ne yapıyorlar dersiniz ya. Meğer yemek yiyip, biraz takılıp uyuyorlarmış, bunu anladım. Yine de bayağı alıştım buraya, günlerim azaldıkça üzülüyorum ne yalan söyleyeyim..

Değerlendirmeler, Değerlendirmeler..

Bugün yine kara kuzularla çok güzel vakit geçirdik. Geçen haftanın aktivitelerine ek olarak bu hafta değerlendirme yapıyoruz. Yani çocuklarla teker teker masada oturup, söylediğimiz harfleri bize göstermelerini istiyoruz. Daha sonra sayıları koyuyoruz masaya ve sorduğumuz sayıları bulmalarını istiyoruz. Sonra renkleri, sonra da şekilleri. En son çocuklara bir kağıt veriyoruz ve önce isimlerini yazmalarını, sonra bir insan çizmelerini, en son da çizdikleri insanın vücudunda ve kendi vücudumuzdaki yerleri göstererek isimlerini söylemelerini istiyoruz. Kağıtlarda bildikleri ve bilmedikleri her şeyi işaretliyoruz. Her üç ayda bir bunu yaparak çocukların gelişimini takip edip raporluyorlarmış. Türkiye’de böyle şeyler yapılıyor mu bilmiyorum ama ben bu ölçme yöntemini çok beğendim.

Onun dışında öğleden sonra gittiğimiz evde çocukların ödevlerini bitirdikten sonra origami yaptık. Bu haftanın planını ben hazırladığım için hem Türkiye’den getirdiğim malzemeleri kullanıyorum, hem de gelmeden önce çalıştığım konuları uyguluyorum. Çocuklar zaten öyle tatlılar ki, onlar için yeni olan her şeye bayılıyorlar. Çalışırken, oynarken sürekli temas halindeyiz. Sarılıyorum, dokunuyorum, seviyorum onlarla olmayı.
a3577-82b022b20162b-2b1

Şu kızların saçlarını görüyor musunuz? Burada dikkat ettiğim bir diğer şey ise örgü sandığımız saçların hemen hemen hepsinin yapma olduğu. Sadece kafaya yapışık olarak örülenler gerçek. Öyle ince telli ve cansız saçları var ki, ya kızların saçlarını traşlıyorlar ya da dibinden kesip ucuna yapma saçı bağlıyorlar. Resimlerde gördüğünüz tüm saçlar yapma. Dokununca ve dibine dikkatli bakınca anlaşılıyor. Yapma saçları yıkayamadıkları için kuru şampuan kullanıyorlar. Tabi bu onları bir süre idare ediyor, sonra çıkarıp yıkanıp bir daha taktırıyorlar. Onları görünce kendi saçlarımı daha çok sever oldum. Saç açısından zor bir hayatları var gerçekten de.
258f3-82b022b20162b-2b1

img_4424

Bugünkü çalışmalarımız bittikten sonra eve geldik ve gönüllülük süresinin ortasında olan üç kişiyi Dan odaya çağırarak bizimle kısa bir değerlendirme toplantısı yaptı. Bilgisayarından bir sürü soru sordu bize ve cevaplarımızı not aldı. Evin temizliği, güvenliği, yemeklerin lezzeti, çalışanların davranışları, okuldaki öğretmenlerin davranışları, başvurumuz sırasında aldığımız hizmet, projelerin amaçlarının anlaşılabilirliği, kendimizi ne kadar ait hissettiğimiz vs vs. Bir sürü soru. Hiçbirimiz bir tanesine bile negatif görüş vermedik, her şeyi o kadar planlı ve güzel yürütüyorlar ki söylenecek söz yok. Ben sadece böcekleri söyledim, Dan de bazı yerlerde ilaç olduğunu ama yenileyeceklerini söyledi.

Akşam evde yine kağıtlar oynandı, muhabbetler edildi. Aa bu arada sabah kanepede Jennifer’a kriket sopasını vererek onu öldürmeyi başardım. Bir sonraki kurbanım Amy, evin dış kapısının önünde ona tuvalet kağıdı vermem lazım. Bu biraz daha zor bir hedef. Evdeki ölü sayısı gitgide artıyor, bakalım daha ne kadar dayanabileceğim..

Yeni Yeni Deneyimler

Selam! Bugünün en en en güzel anı minik penguenlerle ilk defa karşılaşma anımdı. Buraya gelmeden önce Afrika’da penguen olabileceğine ihtimal bile vermezdim. Meğer penguenler Güney Kutbu dışında Avusturalya, Yeni Zelanda, Güney Amerika ve Güney Afrika’da da yaşıyorlarmış. Ne de olsa Afrika’nın en ucunda, Antarktika’ya en yakın olan yerindeyiz.

Miniklerin yaşadığı bir kumsal var, adı Boulders Beach. Belli bir ücret ödeyerek kumsala giriyorsunuz. Tahta yollardan yürüdükten sonra penguenlerin olduğu koya iniyorsunuz. Onlar kumda, biz ise tahta yolun üzerindeyiz. Ama birbirimize o kadar yakınız ki, etrafta dikkatli olun, penguenler ıssırır diye uyarılar var. Denize giriyorlar, yüzüyorlar, çıkıp birbirleriyle oynuyorlar, kimisi tüylerini döküyor yenilemek için, kimisi hala bebek. Allahım nasıl tatlılar, paytak paytak yürüyüşlerini görmelisiniz. Hepsine bayıldım, onları izlerken kendimden geçtim. Keşke mümkün olsa da bir tanesini kucağıma alıp sevsem diye içim gitti..
img_4275

img_4285

Sonra Ümit Burnu’na doğru yola çıktık. Ümit Burnu’nu çoğumuz Afrika’nın en güney ucu olarak biliyoruz ama aslında daha güneyde Agulhas Burnu var. Zamanında akıntılar ve rüzgarlardan dolayı burada o kadar çok gemi batmış ki, belki de bu nedenle Agulhas Burnu’ndan daha çok biliniyor. Portekizli Dias burayı keşfettikten sonra Fırtınalar Burnu ismini vermiş. Bir söylentiye göre bu ismin gemicilerin moralini bozacağı düşüncesiyle burnun ismi Ümit Burnu olarak değiştirilmiş. Bizim gittiğimiz saatlerde bile o kadar rüzgar vardı ki, geçmişte gemilerde kim bilir neler yaşanmıştır diye düşünmeden edemiyor insan.
img_4319

img_4312

Bugünün bir diğer ilginç tarafı ise yine yeni bir hayvanla karşılaşmam oldu. Burada baboon diyorlar, bir çeşit maymun türü. Ümit Burnu’nun yakınlarında yollarda geziyorlar. Sürü halinde gezdikleri için ve değişik sesler çıkarttıkları için biraz korkutucular. Her yerde baboonlar vahşi hayvanlardır, asla beslemeyin, besleyenler cezalandırılacaktır türünde uyarıcı tabelalar var. Çünkü yemeğin kokusunu aldıkları anda üzerinize gelmeye başlıyorlar. Ama tipleri görmelisiniz, hani belgesellerde olur ya birbirlerinin sırtındaki bitleri, böcekleri ayıklayıp yerler. Aynen öyle. Yolun kenarına oturuyorlar, kimisi bit ayıklıyor, anneler bebeklerini emziriyor, bazıları birbirlerinin üzerinde hoplayıp zıplıyor. Tabi arabadan inemedik, hatta camı bile açmaya çekindik. Ama arabanın içinden oturup izlemesi bile öyle eğlenceliydi ki.
img_4386

Dönüş yolunda yine dağlarda tepelerde durup resimler çektik. Bir günü daha yollarda geçirdik anlayacağınız. Yarın sabah okulum olsa da pazar akşamı sendromu yaşamamak öyle güzel ki..