Meğer Burası Bir Cennetmiş

Herkese merhaba! Birkaç gündür yazamadım, bir sürü konu birikti. Öncelikle kısaca perşembe ve cuma gününden bahsedeyim. Kara kuzularla her şey çok güzel gitti. Oyunlar, şarkılar, diğer tüm aktiviteler.. Onların eğitimlerine katkıda bulunmanın yanı sıra yedikleri ara öğünler ve öğle yemekleri de African Impact’le iş birliği içinde olan Happy Africa tarafından karşılanıyor. Ara öğünlerinde meyve verilmesi, öğle yemeklerinde besin değeri yüksek yemekler pişirilmesi için kreşlere para ödeniyor. O yüzden yapılanlar her açıdan çocuklara fayda sağlıyor.
7a771-image2

6828e-image3

Cuma günü okullara yarım gün gidiliyor. Öğleden sonra tamamen planlama için ayrılmış durumda. Önümüzdeki hafta yapılacak aktiviteleri günü gününe, saati saatine planlıyoruz. Başta kolay bir iş gibi düşünmüştüm ama işin içine girince ne kadar ciddi olduğunu anladım. Yaklaşık 3,5 saat kadar planlama yaptık. Ne yaptınız o kadar derseniz, öncelikle önümüzdeki haftanın konusu belirlendi. Sonra o konuyla ilgili kitaplar bulundu, resimler çizildi. Her okula hangi gün ne anlatacağız, gideceğimiz sınıfta kaç masa var, her masada oynanacak oyun ne olacak gibi detaylı planlamalar yapıldı. Getirdiğim origami örnekleri için kağıtlar kesildi, birer tane örnek yapıldı vs. Evde herkes kendi projesiyle ilgili hummalı bir şekilde çalıştı. En son çıkan planlar koordinatörler tarafından gözden geçirildi ve imzalandı. Sonra hazırlanan tüm oyuncaklar, kitaplar, eşyalar her projenin kutusuna yerleştirildi. Okullara bu kutuları alarak gidiyoruz. Çocuktur, iki oyun oynarsın, sonra biraz yap boz yaparsın diye düşünürken, işlerin ne kadar ciddi olduğunu görmüş oldum. İngiliz tarzı bu olsa gerek.
3a225-paragraf_2_evdeki_haz25c425b1rl25c425b1klar

Onun dışında evde her şey yolunda. Komün hayatı fazlasıyla sevdiğimi söyleyebilirim. Bir de gece tuvalete giderken yerde ve mutfak mermerinin üzerinde gördüğüm böcekler olmasa her şey müthiş olacak. Küçüklerin yanı sıra hamam böcekleri de var. Gündüz ortalarda gözükmüyorlar, gece oldu mu hepsi ayakta. Yokmuşlar gibi davranmaktan başka çarem yok. Onun dışında akşamları yemekten sonra evde çeşitli oyunlar oynuyoruz. Daha önce ismini hiç duymadığım kağıt oyunları ve diğer oyunlar. Örneğin şu anda bir hafta süreyle bir oyun oynanıyor evde. İsmi “Assassin” yani “Suikastçı”. Bir tane oyun kurucu var. Herkese evdeki birinin ismini veriyor. Sonra bir kaseden evin içindeki bir yer adı çekiyoruz ve diğer kaseden de bir obje çekiyoruz. Bize verilen isme, çektiğimiz yerde çektiğimiz objeyi verirsek o kişiyi öldürmüş oluyoruz. Bana Jennifer, kanepe ve kriket sopası çıktı. Yani Jennifer’a kanepede otururken kriket sopasını vermem lazım. Eğer onu öldürmeyi başarırsam onun kurbanını devralıyorum. Oyun tek kişi kalana kadar devam ediyor. O yüzden evde kimse kimseden bir şey almak istemiyor. Oturma odasında herkesin isminin yazılı olduğu bir tahta var, insanlar öldükçe üzerlerine çarpı atılıyor. Sabah bir kalkıyorsunuz birinin üzerinde çarpı var. Ne oldu, kim, nasıl öldürdü diye soruyorum öyle komik hikayeler çıkıyor ki gülmekten ölüyorum. Neyse ki şimdilik hala hayattayım, bakalım daha ne kadar dayanabileceğim.

Cape Town’a gelirsek, burası Afrika değil cennetin tam ortası.. Haftasonu okullar kapalı olduğu için gönüllüler vaktini çevreyi gezerek geçiriyorlar. Yapacak bir sürü aktivite, gidilebilecek çeşit çeşit turlar var. Haftasonu bizim ev halkının bir kısmı safari, sky diving gibi turlar satın aldılar. Benim gönüllülük sonrası yapacağım tur zaten bunları içeriyor. O yüzden ben Yunus Bey’lerle takılmayı tercih ettim, kendisi 30 senedir burada yaşadığı için her şeye fazlasıyla hakim.

Cuma günü akşam benim bulaşık yıkama günümdü. Bulaşıkları yıkadıktan sonra Yunus Bey beni almaya geldi. Önce arabayla Signal Hill denen tepeye çıktık. Burada güneşin batışını izledik. O kadar kalabalıktı ki. Herkes şaraplarını, içeceklerini almış, tepeye oturmuş keyifli keyifli manzarayı izliyor. Güneş battıktan sonra da alkışlıyorlar. Dedim ki yaşamak böyle bir şey olmalı.
6137a-image2

b53ae-image3

Oradan da Waterfront’a gittik, bir diğer adıyla kordon. Restoranlar, barlar, canlı müzikler, ışıl ışıl bir dönme dolap, ortam harika. Bir restoranda balık yedik. Garsonumuz çok komikti. Türk olduğumuzu öğrenince, 70’li yıllarda Türkiye’de gezdiği yerleri anlattı bize. Kapadokya, Konya, Ankara, İstanbul vs. Ben Ankara’dan geldiğimi söyleyince yüzünü buruşturup, hala o kadar sıkıcı mı diye sordu. Ne desem bilemedim. Konya’da bir sabah uyanmış dışarı çıkmış, sokaklar bomboş. Sağa bakmış kimse yok, sola bakmış kimse yok. Oteldekilere sormuş, kimse İngilizce bilmediği için anlaşamamışlar. Şoka girmiş, kabus gibiydi diyor. Sonradan öğrenmiş ki ülkede nüfus sayımı var. Bir de her şeyi öyle tiyatral bir şekilde anlatıyor ki, çok güldürdü bizi.

Dün sabah ise dünyanın 7 doğa harikasından biri olan Masa Dağı’na çıktık. Dağa yürüyerek veya teleferikle çıkabiliyorsunuz. Biz teleferikle çıkıp, dağın üzerinde yürümeyi tercih ettik. Dağ gerçekten masa gibi dümdüz. Manzarası öyle güzel ki, insan kendini kuşlar gibi özgür hissediyor. 2 saat kadar vakit geçirdik orada. Hava oldukça sıcaktı. Güneş kremlerimiz, şapkalarımız, gözlüklerimiz olmasa zorlanabilirdik. Biz dağdayken Ankara’dan arkadaşlarım, ailem kar resimleri gönderdiler. Ankara bembeyaz olmuş. Kar resimlerde çok güzel gözüküyor gerçekten ama ben sıcağı her zaman soğuğa tercih ederim. Güneş, aydınlık, sıcaklık yaşam enerjimi arttırıyor, hayata bağlıyor beni.
img_4162

img_4166

df112-image3

Öğleden sonra ise arabayla yarımada turu yapıp, neredeyse her koya uğradık. Burada birbirinden güzel kumsallar var. Bazı koylarda ayaklarımı denize soktum, su buz gibiydi, girmek imkansız. Daha sıcak olanları da var. Ama genel olarak kumları, kumsalları, manzaraları harika. Gözlerimle görmesem buranın Afrika olduğuna inanmazdım.
img_4208

img_4227

img_4241

Bizim yaşamlarımızın en büyük eksiği bence doğa. Birbirine yakın apartman dairelerinde hayatımızı geçirmek yaradılışımıza aykırı diye düşünüyorum. Doğadan uzak yaşayan bir insanın ne bedenen ne de ruhen sağlıklı olabileceğine inanıyorum. Buraları görünce bir kez daha düşündüm ki bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Neyse bir gün çözebiliriz inşallah diyelim.

Bugünkü planımız Ümit Burnu’na gitmek. Hani şu Coğrafya derslerinde anlatılan Ümit Burnu. Yakınında penguenlerin olduğu kumsala da uğrayacağız. Oldukça heyecanlıyım, bakalım bizi neler bekliyor?

Aman Maşallahh!!

İşte bir günün daha sonuna geldim. Bugün başka bir kreşe gittik. Bu sefer bana eşlik eden kişi Güney Afrikalı Thulani’ydi. Yerli olduğu için çocukların ana dili olan Xhosa’yı biliyor ve gerektiğinde çeviri yapıyor. Xhosa çok değişik bir dil, dili damağa değdirip klik sesi çıkarılarak konuşuluyor. Xhosa konuşulurken bir anda etrafta herkes kliklemeye başlıyor.

Yine uzun bir yolculuktan sonra kreşimize vardık. Bu sefer çocuklar daha biz arabayı park ederken kreşin tellerine koşup çığlık atmaya başladılar.
img_4004

İçeri girer girmez bacaklarıma yapıştılar, nasıl güzel bir sevgi anlatamam, yaşamanız gerekiyor.
3af15-img_4037

Burada 3 farklı yaş grubunda sınıf var. Bugün en büyükleriyle geçirdik zamanımızı. Bazı yeni kelimeler öğrendik, birebir çalışmalar yaptık.
e2002-img_4038

img_4026

Çocukların öğle uykusu zamanı gelince Thulani’yle okuldan ayrılıp, yine manzaralı bir yere paketlenmiş yemeğimizi yemeğe gittik. Sonra Thulani beni bir alışveriş merkezine bıraktı, 1 saat kadar orada takıldım. Mağazaların içine girmedim ama Amerika’daki alışveriş merkezlerinden pek bir farkı yok gibiydi.

Öğleden sonra zarar görmüş çocukların konakladığı eve gittik. Anladığım kadarıyla annesi babası olmayan veya başka şekilde zarar görmüş çocukları bu gibi evlerde toplayıp bakıyorlar. Bugün gittiğim evde 6 tane çocuk yaşıyordu. Evden sorumlu, çocuklara bakan kadına çocuklar aunt diye sesleniyorlar. Çocuklar genelde ilkokul çağındalar. Üzerlerinde üniformaları, teker teker okullarından geldiler. Ödevlerini birlikte yaptık. Kimisi okumayı yeni söküyor, kimisi daha büyük, daha farklı ödevleri var. Gerçekten çok keyif aldım. Sıcak bir ev ortamında birlikte çalıştık. Ödevi bitenler oyun oynamaya geçtiler. Saat 16:00 gibi işimiz bitti ve eve gelmek üzere yola çıktık. Bu arada her günün sonunda o günü değerlendirdiğimiz formlar dolduruyoruz. Neler iyi gitti, nelerde zorluk yaşadık, önerimiz var mı vs. Dediğim gibi her şey çok düzenli ilerliyor.

Eve geldiğimizde ölü gibiydim. Öğretmenlik kutsal bir meslekmiş gerçekten de. Çok basit şeylerle uğraşmış olsam bile canım çıktı. Diğer gönüllüler bu akşam çıkan yemeği beğenmeyip dışarı gideceklerini söylediler, ben de pek canım istemeyerek katıldım onlara. İyi ki gitmişim, çok güzel vakit geçirdik. Amerikalı 50 yaşının üzerinde bir kadın var, adı Alisia, 2 çocuğunu ve kocasını bırakıp gönüllülük için taa buralara gelmiş. Onunla bol bol muhabbet ettik, şu Amerikalıların İngilizcesini seveyim, Jennifer ve Tim’e dönüp dedim ki günlerdir canıma okudunuz, biraz Alisia gibi konuşsanız olmaz mı? Koptular tabi. Neyse yavaş yavaş aksanlarına alışıyorum galiba, ama bazen öyle bir muhabbet ediyorlar ki, pinpon maçı izliyormuş gibi hissediyorum kendimi.

Alisia alem bir kadın, doktor artık çocuğun olmayacak demiş, o da bunun üzerine evlatlık bir çocuk almış, sonra birden kızına hamile kalmış ama o sırada tam eşiyle boşanma aşamasındalarmış, yaşadıklarını öyle güzel öyle abartarak anlatıyor ki, o anlatırken ben de yaşadım resmen, dedim ki sen mutlaka yaz bunları. Burada anlatamayacağım şeyler de anlattı bana, isteyene ayrıca özet geçerim. Neyse sonra hep birlikte eve geldik. İskoçya’dan gelen Jack bize İskoç yerel dansını öğretti. Herkes çok eğlendi, genel olarak çok mutlular, kafalar rahat, ruhlar rahat..
img_4046

Bilmiyorum belki ilk izlenimlerimdir bunlar. Yani hala her şey çok güzel gidiyor, aman maşallah diyelim..

Gönüllülükte İlk Günüm

Sabah erkenden kalktım, ekmek, reçel, mısır gevreği ve karpuzdan oluşan kahvaltımızı hiç laf etmeden güzel güzel yedim. Sabah ve öğlen herkes bulaşığını kendi yıkıyor, akşamlar ise kişilere paylaştırılmış durumda. Tabağımı yıkamaya lavaboya gittiğimde bir baktım ki millet su ve deterjan dolu lavaboya tabağını çatalını sokuyor, sonra hoop bulaşık sepetine. Dedim yanlış gördüm herhalde. Birini izledim, ikisini izledim hepsi öyle. Suyla durulama falan yok, tüm bulaşık sepeti köpükler içinde. Bi anda midem kalktı, Dan’e dedim ki siz burada bulaşıkları durulamıyor musunuz? Yoo genelde durulamayız dedi. Bunu öyle normal bir ifadeyle söyledi ki, ne gerek var dercesine. Gerçekten şok oldum, bu nasıl bir mantık anlayamadım. Zaten lavabodaki su da Allahlık, o sudan çıkan şeylerde yemek yediğim düşüncesi çok korkunç geldi. Sonra düşündüm ki restoranlarda kim bilir neler yiyoruz, hem bulaşık günümde herkesin tabağını çatalını hızlıca yıkamış olurum diyerek kendimi bu fikre alıştırmaya çalıştım ama hala düşündükçe kötü oluyorum.

Kahvaltıdan sonra Debs’le kaldığımız yere 45 dk. uzaklıkta bir kreşe gittik. Metal barakaların olduğu bir mahallede, prefabrik bir kreş. İnsanlar bu evlerde mi yaşıyor diyorsunuz. Kreşin karşılıklı iki sınıfı var. Birisi 0-3 yaş, diğeri daha büyükler için. Önce küçüklerle başladık. Tipleri görmelisiniz, sümükler akmış, üst baş dağılmış, dünyadan bir haber etrafa bakan kara kuzular. Kimisi emekliyor, kimisi yürüteçte, öbürü kumların içinde debeleniyor. Hiçbiri konuşamıyor, dediklerinizi de çok anlayamıyorlar. O yüzden iletişim kurmakta zorlandım. Beslenmelerine yardımcı olduk, birisine kucağımda yemek yedirirken uyuyakaldı.

Sonra karşıdaki sınıfa geçtik. Onlar beni görünce çok mutlu oldular. Birlikte oyunlar oynadık, doğru renkleri doğru yerlere koyma gibi oyunlar. Bu arada bu hafta yapacağımız tüm aktivitelerin programı geçen hafta gönüllüler tarafından belirlenmiş durumda. Biz de bu cuma günü önümüzdeki haftayı planlayacağız. Her şey çok sistematik.

Çocukların bir kısmı dibimden hiç ayrılmadı, hepsi birbirinden güzel. Bana dokunmaya, anlamaya çalışıyorlar. Yanlış anlaşılmasın, kızı da erkeği de yapıyor bunu. Onlarla vakit çok daha eğlenceli geçti. Sonra yemeklerini yediler ve öğle uykusuna yattıklarında biz de öğle yemeğimizi yemek için yanlarından ayrıldık.

Bu arada okulun çevresinde doğru düzgün tuvalet olmadığı için arabayla yakınlardaki African Impact ofisine gittik. Çocuklar plastikten yapılmış, taşınabilir klozetlere yapıyorlar ihtiyaçlarını. Neyse ofiste bir kızla daha tanıştım, sohbet ettik. Sonra Debs ile öğle yemeğimizi yemek için kumsala gittik.
img_3973

Eve uzak olduğumuz için Shecky sabahtan yemeğimizi hazırlıyor ve yanımıza veriyor. Evin yakınlarında çalışan gönüllüler ise öğle yemeği için eve geliyorlar. Menü yine çok zengindi, bir kutunun içinde sebzeli makarna, muz, elma, yoğurt ve kraker. Birçoğunu yiyemedim bile. Yemek sırasında manzaramız süperdi, karşımızda Atlas Okyanusu, ayaklarımız altında incecik kumlar, masmavi gökyüzü ve tertemiz bir hava.
img_3979

Debs’le uzun uzun muhabbet ettik. Ofiste gördüğüm kız Türk olduğumu söyleyince Marmaris’e geldiğini söylemişti bana, Debs de. İkisi de İngiliz. Dedim ki siz önceden tanışıyor muydunuz? Ne dese beğenirsiniz? Meğer 5,5 senedir sevgililermiş, Marmaris’e de birlikte gitmişler. Buraya işlerinden 1 sene izin alıp çalışmaya gelmişler. Bu nasıl iş Debs demedim tabi ki, her türlü sevgiye saygım sonsuz. Kim nasıl mutluysa öyle yaşasın.

Öğle yemeğimiz sonrasında Masuphumelele Kütüphanesi’ne geldik. Burası daha çok okuldan çıkan küçük çocukların aileleri evlere dönünceye kadar oyalandıkları bir yer. Etraf güvenli olmadığı için çocukların burada vakit geçirmesini istiyorlar.
85311-img_3988

da873-img_3992

Buradakiler acayip tatlılardı. Hepsi teacher, teacher diye sesleniyor, kucağıma oturmaya çalışıyor, sarılıyor, sürekli tepemdeler. Çok sevdim onları. Bir sürü oyunlar oynadık birlikte. Gerçekten çok güzel vakit geçirdik ama canım çıktı o ayrı tabi. Performansım beklediğimden daha iyi galiba, buna sevindim.
img_3991

Sonra yine bir 45 dk. kadar araba sürerek evimize geldik. Farklı farklı projelerden gönüllüler doluşmaya başladı eve yine. Yemeğimizi yiyip haftasonunu nasıl geçirebiliriz, çevrede ne gibi aktiviteler var onlardan konuştuk. Cape Town tam bir aktivite cenneti, sörf, sand boarding, bungee jumping, sky diving, köpek balığı dalışı, safari vs vs. Ne ararsanız var. Şimdilik tüm bu aktivitelere gözlemci olmayı tercih ediyorum, zaten gönüllülük sonrasında katılacağım tur da oldukça dolu geçecek gibi gözüküyor.

Sonra yeni kankalarımla, Jennifer ve Tim, çevreyi dolaşmaya çıktık. Üçümüz de dün geldiğimiz için birlikte keşfediyoruz her şeyi. Akşam karanlık olduktan sonra tek başına çıkmak zaten tehlikeli. O yüzden birlikte takılıyoruz. Bir kafede oturup muhabbet ettik. Jennifer İngiliz olduğu için çocuklar ona yaklaştığında ilk başta ne yapacağını şaşırmış. Çünkü İngiltere’de çocuklara izinsiz dokunmak, kucağa almak yasakmış. Sonra sonra alışmış, ikisi de çok mutluydular. Birileri için bir şeyler yapmak, başkalarını mutlu ederek mutlu olmak gibisi yok.

Düşünüyorum da bugünüm yaşa yaşa bitmedi. Eve gelip hala bir şeyler yazmak için vaktimin olması inanılmaz. Zaman ne kadar göreceli bir kavram, farklı hayatlar yaşayınca anlıyor insan bunu.

Yarın sabah başka bir okula gideceğim, öğleden sonra ise daha çok zarar görmüş çocukların olduğu bir bakım evine. Bu arada ilk hafta gönüllülerin fotoğraf çekmesi yasak, projelere konsantre olmamızı istiyorlar. O yüzden çok fazla fotoğraf çekemedim. Kara kuzuların resimlerini önümüzdeki günlerde paylaşmayı umuyorum. Bugünlük anlatacaklarım bu kadar, sizlerden pozitif yorumlar aldıkça çok hoşuma gidiyor. Buraya geleceğimden haberi olmayan insanlar bile mesajlar atıyor, moral veriyorlar bana. Ne diyim en kötü günüm böyle olsun, tekrar görüşmek üzere..

Heyoo Ben Geldim!

Sıcacık bir Cape Town akşamından herkese merhaba!! Şu anda ranzamda uzanmış bir biçimde size bunları yazarken kafamı toparlamaya çalışıyorum. Henüz gönüllülük işi başlamamış olsa da öyle dolu dolu bir gündü ki, nereden başlasam nasıl anlatsam bilemedim.

Saat 13:00 civarlarında uçaktan indiğimde Debs beni elinde ismimin yazılı olduğu bir tahtayla bekliyordu. Havaalanlarında elinde isim tutan insanları gördükçe, bir gün biri de benim ismimi tutacak mı acaba diye düşünürdüm. Demek ki o gün bugünmüş. Sohbet ederek arabaya doğru yürüdük. Hava öyle sıcaktı ki, ayağındaki parmak arası terlikleri görünce mutlu oldum, ben de artık giyebileceğim diye. Nasıl ağır bir İngiliz aksanı var, dedim ki burada herkes böyle konuşuyorsa yandık.

Sonra gönüllülerin konakladığı eve geldik. Mahallemizin adı Observatory, yani rasathane. Eski rasathanenin olduğu, Cape Town Üniversitesi’nin yakınında, şirin bir semte benziyor. Evimiz tek katlı, bir sürü odalı, ortasında bir oturma odası ve Amerikan mutfağı olan tam bir öğrenci evi.
5e8c1-22b022b20162b-2b6

c0b89-22b022b20162b-2b1

Eve girer girmez burnuma yemek kokuları geldi. Mutfakta siyahi bir adam yemek pişiriyor, kanepelerde de bugün gelen gönüllüler sohbet ediyordu. Tüm ev halkıyla tanıştım. Sonra hemen bahçede beyaz tahta önünde oryantasyona başladık. Dan bize 4 saat kadar Güney Afrika’nın ırkçı siyasi geçmişinden (Apartheid) tutun da, konuşulan dillerinden (11 resmi dili var), HIV/AIDSten, çocuklara nasıl davranmamız gerektiğinden, evdeki bulaşık yıkama kurallarına kadar bir sürü konuda bir sürü şey anlattı.
51708-image4

Aslında uzun uzun yazmak isterdim, bir sürü ilginç şey öğrendim ama hepsini anlatabilmek için sabaha kadar yazmam gerekebilir. Saat 17:30 olunca diğer gönüllüler çalıştıkları yerlerden geldiler. Evin içi bir anda curcunaya döndü. Çoğu İngiliz, aralarında Kanadalı, İskoç ve Avusturalyalı birkaç kişi daha var. 18:00’de hep birlikte öğlen kokusu gelen yemeklere yumulduk. Zimbabve’li Shecky döktürmüş gerçekten. Yemeklerimizi o yapıyor, karısı da çamaşır, temizlik gibi evin diğer işleriyle ilgileniyor. O güzel yemeğin üzerine bana içinde iki tane ranzanın olduğu ama tek başıma kalacağım bir oda vermesinler mi? Dedim ki ohh her şey iyi gidiyor.

Yemekten sonra hızlıca mahalleyi gezdik. Daha sonra 30 senedir Güney Afrika’da yaşayan, Güney Afrika’lı bir eşi olan Yunus Bey beni gelip aldı ve evlerine götürdü. Ortak bir tanıdığımız bu projeye başvurduğumda bizi tanıştırmıştı. Yunus Bey buraya gelmeden önce bana her konuda o kadar yardımcı oldu ki, bu dünyada böyle insanlar da varmış dedirtti. Eşi ve çocuklarını tanıyınca onları da çok sevdim. Eşi Cape Town Üniversitesi’nde profesör ve Güney Afrika’da yılın kadını seçilmiş biri. Hep birlikte keyifli bir akşam geçirdik. Kendimi evimdeymiş gibi hissettim.

O kadar uzun yoldan ve yaşadıklarımdan sonra şu anda gözlerim fena halde kapanıyor. Yarın erkenden okullara gideceğiz ve sonunda kara kuzulara kavuşacağım. En iyisi biraz enerji toplayım, şimdilik iyi geceler..
6fd36-22b022b20162b-2b4

f89bc-image22b252812529

Yardıma Mı Gidiyorum Yoksa Askere Mi?

Uçağa binmeyi beklerken bir de yurttan ayrılış seremonilerimi yazmak istedim. Gitme vakti yaklaştıkça yavaş yavaş çevremdeki herkes gideceğimi öğrenmiş oldu. Meğer ne çok insan buralardan gitmek istiyormuş, ne çok kişinin böyle hayalleri varmış. Son zamanlarda öyle güzel tepkiler aldım ki inanamazsınız. Her ne kadar ailem hala ne işin vardı oralarda dese de, birçok kişi benimle gurur duyduğunu, başkalarına örnek olacak bir şey yaptığımı söyleyerek tebrik ettiler beni. Hatta daha önce haberim olsa kesin seninle gelirdim diyenler, bir sonrakine beni unutma diyenler, yaptığımı duyduktan sonra hayatlarına ilişkin yeni kararlar aldıklarını söyleyenler bile oldu. İnsanları hayallerini gerçekleştirmeleri için azıcık da olsa teşvik ettiysem ne mutlu bana.

Sanki çok uzun süre gidiyormuşum gibi iş yerinde herkesle sarılıp vedalaştık. Akrabalarımla görüşüp kucaklaştık. Hatta arkadaşlarımdan bir kısmı ile bir akşam veda yemeği bile yedik. İşleri biraz abarttık galiba, kendimi askere gidiyormuşum gibi, bir daha dönmeme ihtimalim varmış gibi hissettim. Dedim ki ne güzel bir ortamım varmış benim, arkadaşlarım, dostlarım, ailem; inşallah sağ salim dönerim diye düşündüm. Ohhh her şeyden çok uzaklarda olacağım düşüncesi, yaa burası da aslında çok güzelmişe dönüşmeye başladı yavaş yavaş..

Öbür yandan projedekiler de o kadar ilgiliydi ki, her gün bana mail attılar, seninle buluşmak için sabırsızlanıyoruz, seni havaalanından alacağız, gelmeden şunlara dikkat et, en ufak bir sorun olursa bize söyle vs vs. Gerçekten güven veriyorlar, umarım orada da işler bu şekilde ilerler. Sonuçta diyorum ki beni orada bir şeyler bekliyor. Bu kadar yolu o yüzden gidiyorum, gidip beni bekleyen şeyi görmek için, onu yaşamak için. Birazdan uçağım kalkacak. Midemde kelebekler uçuşuyor. Umarım her şey yolunda gider ve bundan sonraki yazımı sizlere çok çok uzaklardan gönderebilirim. Şimdilik bana iyi yolculuklar, en kısa zamanda görüşmek üzere..

Gerçekten O Gün Geldi Mi?

İnanamıyorum, sonunda hazırlıklar bitti galiba!! Nasıl oldu, o tarih ne zaman geldi, o koşturmacalı günler nasıl geçti hiçbir şey anlayamadım.

Hazırlıkların ikinci kısmında daha çok kara kuzularla yapılacak aktivitelere ve onlara alınacak hediyelere yoğunlaştım. Gönüllülük için başvurumu yaptığımda bana gelmeden önce çalışmamda fayda olacak şeylerin listesini ilettiler. Oynanacak oyunlar, söylenecek şarkılar, sorulacak sorular vs vs.. Ailenin en küçüğü olduğum için ve çocuğum da olmadığı için konuya fazlaca uzaktım aslında. Evet bir sürü yeğenim var, bir sürü arkadaşımın da çocuğu. Ama benim bugüne kadar oturup bir çocukla oyun oynamışlığım olmadı hiç, iki yanak alıp kaçanlardanım. Öyle sabırla oturup, vakit ayırıp çocuklarla oynamak bana hep zor gelmiştir. O yüzden hazırlıklar da benim için bir o kadar zorlu geçti. Minikler ne sever, neden hoşlanır, ne gibi faaliyetler yapar hiçbir fikrim yoktu.

İnternetten şarkılara çalışıp, videolar izledim bol bol. Öyle çocuk şarkısı deyip geçmeyin bazıları zor oluyor gerçekten de. İtiraf etmeliyim ki dilimin dönmediği, pes ettiğim şarkılar bile oldu, hani şu tekerleme gibi olanlardan. Adam asmaca neydi, seksek nasıl oynanıyordu, elişi kağıtlarından kedi köpek nasıl yapıyorduk, hepsine çalıştım. Hatta bir gün lise öğretmenim aracılığıyla birkaç saatliğine bir kreşe bile gittim. Ortamlarını görmek, pratik fikirler edinmek, tüyolar almak için. Sonra bir an durdum düşündüm, dedim ki Allahım ben napıyorum, biri bana büyü falan mı yaptı acaba 🙂

Hediye alışverişine gelince çevremden de pek çok kişi gittiğimi öğrendiğinde ne alabiliriz, ne yapalım, bizim de bir faydamız dokunsun diye yardımda bulunmak istedi. Ancak proje koordinatörüyle yazıştığımda kurallar gereği direkt çocuklara hediye verilmesine izin verilmediğini ama okula alınacak kitap, oyun, faaliyet malzemeleri gibi şeylere ihtiyaçlarının olduğunu öğrenmiş oldum. Düşününce gerçekten haklılar, sürdürülebilir, uzun soluklu bir ilişki kurmanın yolu çocuklara hediye vermekten değil, eğitimlerine en güzel şekilde katkı sağlamaktan geçiyor.

O yüzden gramafon kağıdıydı, şönildi, oynar gözdü unuttuğum veya daha önce hiç duymadığım malzemelerin dünyasında buldum kendimi. Bu aşamada bana destek olan anne arkadaşlarıma ne kadar teşekkür etsem az. Evlerinde yaptıkları faaliyetlerin resimlerini gönderdiler, çocuklarının kreşlerinde yaptıkları şeylerden bana fikir verdiler, hatta bazı malzeme ve kitapları kendileri bulup aldılar. Anlayacağınız her şey büyük bir dayanışma ve zevk içinde yapıldı. Şimdi bütün bu eşyalar valizlere yerleştirildi, minik ellere kavuşmayı bekliyorlar heyecanla..
img_3914

O Zaman Hazırlıklar Başlasın!!!

Gitmek kadar gitmeden önce yapılan hazırlıklar da çok keyifli. Gerçi bu süreçte kendimi biraz yıpratıp fazlaca yorduğumu da itiraf etmeliyim. Hem kendim için hem de çocuklar için yapmam gereken bir sürü hazırlık vardı.

Öncelikle kendimle ilgili olanlardan bahsedeyim. İlk olarak yaptırılması gereken aşılar için Sağlık Bakanlığı’nın Ankara’daki Seyahat Sağlığı Merkezi’ne gittim. Başvuran kişileri gideceği ülkeye ve kalacağı süreye göre aşılar ve dikkat edilmesi gerekenler konusunda yönlendiriyorlar. Güney Afrika Cumhuriyeti için gereken aşılar diğer Afrika ülkelerine göre nispeten daha az. Örneğin sarı humma aşısına gerek yok. Proje koordinatörünün dediğine göre gideceğim bölge sıtma riski olan bir bölge olmadığı için antibiyotik almama da gerek olmayacak. Tifo riskinin Türkiye ile aynı olduğunu, çeşmeden su içmediğim, içeceklerimde buz kullanmadığım, duşta, denizde dikkatli olduğum sürece bir sıkıntı olmayacağını belirterek, bu aşıyı da olmama gerek olmadığını söylediler.

Kaldı geriye temel diğer aşılar. Küçükken hangi aşıları olmuşum, hangi hastalıkları geçirmişim hiçbir fikrim yoktu. Anneme sorduğumda ise 4 kardeş olduğumuzdan dolayı aldığım tüm cevaplara soru işaretiyle yaklaşıyordum. Babam küçükken olduğum aşıları gösteren aşı karnemi bile buldu ama yazılanlardan ne biz ne de doktor bir şey anlayabildik. Bu devirde aşılarımızı, geçirdiğimiz hastalıkları gösteren bir kaydın olmamasını hala anlayamıyorum. Sonuçta kan testlerimi yaptırarak eksik olan aşılarımı tespit etmek zorunda kaldım. Hepatit B, Tetanoz ve Difteri aşılarımı oldum. Hepatit B aşısı, 3 doz olduğu ve tüm dozlar 6 ayda tamamlandığı için 3. dozum yetişmedi. 2 dozda da bağışıklık sağlanma ihtimali varmış, bu yüzden bir ümit 2. dozdan sonra kan testi verdim ama maalesef bağışıklık kazanamamışım. Kan yoluyla geçtiği için dikkatli olmam gerekecek. Gerçi AIDS de o kadar yaygın ki her halükarda dikkat etmem gerekecekti zaten.

15 yıldır kontakt lens kullanıyordum ve yıllardır göz çizdirmeyi hayal ediyor ama buna bir türlü cesaret edemiyordum. Orada enfeksiyon kapmayım, lensle uğraşmayım diye düşünerek gözlerimi karartıp lazer ameliyatı oldum. Demiştim ya bu yolculuk beni bir çok açıdan geliştiriyor diye, şu anda her iki gözüm sıfırlanmış olarak bunları yazarken bir kez daha mutlu oluyorum.

Ayrıca oraya gideceğim, çok güzel çocuklar göreceğim, bir sürü yeni yer keşfedeceğim, çekeceğim fotoğraflar da güzel olsun diye Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nin (AFSAD) 1. kur temel fotoğraf kursuna katıldım. Daha önce fotoğrafçılık konusunda ne bir bilgim vardı, ne de profesyonel bir makinem. İlk derse deneme amaçlı girdim, sevmezsem devam etmem diye düşündüm. Ama hem ortam, hem hocalar, hem dersler o kadar keyifliydi ki 5 haftayı çok büyük bir zevkle tamamladım. Kursun sonunda makinenizle fotoğraf çekmeniz isteniyor ve çektiğiniz fotoğrafları sınıfta hocalar değerlendiriyorlar. İşte o zaman fark ettim ki cep telefonları meğer her şeyi ne kadar da güzel optimize ediyormuş(!) O yüzden bol bol fotoğraf çekmeden ve AFSAD’ın diğer kurlarını da tamamlamadan yanımda makine götürmemeye karar verdim. Zaten bana gönderdikleri dokümanlar da güvenlik açısından üzerimizde takı, saat, fotoğraf makinesi gibi değerli eşyaların taşınmasının riskli olduğunu söylüyordu. Şimdilik makine götürmesem de kursta fotoğraf yorumlamaları sırasında edindiğim tecrübenin çekimlerimde işe yarayacağını düşünüyorum.

Onun  dışında düzenli spor yapmaya özen gösterdim. Orada ne kadar fiziksel bir aktivitenin içinde olacağız bilemiyorum ama tüm gün bilgisayar başında çalışan biri olarak zinde ve enerjik olarak gitmek istedim.

Son olarak alışveriş konusu kritikti. İlaç, giysi ve hediye alışverişi. Doktor arkadaşlarımla konuşarak götürülecek ilaçları belirledim. Giysi konusuna gelince, orada yaz olduğu için kış ortasında yazlık kıyafet bulmak zor işti. Ayrıca proje sırasında giyeceğimiz eteklerin ve şortların diz hizasından daha kısa olmasını istemediklerini belirtmişlerdi. Bu yüzden hem evdeki giysilerim hem de alabileceğim şeyler oldukça kısıtlıydı. Yine de bu konuya çok takılmadım, zaten yıpranmasından, zarar görmesinden endişe edeceğiniz kıyafetlerinizi getirmeyin, tesislerimizin imkanları temel düzeyde demişlerdi. O yüzden tek tük, rahat edebileceğim birkaç giysi alışverişi yaptım.

Hediyeler kısmını çocuklar için yaptığım hazırlıklarda anlatacağım. Çünkü bu konudaki çalışmalarım henüz tamamlanmış değil. Daha yapacak öyle çok işim var ki, hadi ben hazırlıklarıma devam edeyim…

Peki Orada Ne Yapacağım?

Merak edenler için biraz da projenin detaylarından bahsetmek istiyorum. African Impact adında İngiliz bir organizasyon şirketi aracılığıyla gidiyorum. Bu şirket Afrika kıtasında 12 ülkede gönüllülük projeleri yürütüyor.

Projeler toplum gönüllülüğü ve doğal yaşamı koruma gönüllülüğü başlıklarında ikiye ayrılıyor. Eğitim, spor, medikal, çocuk bakımı, cinsiyet eşitliği, doğal yaşam araştırması, hayvan bakımı gibi bir sürü konuda onlarca proje yürütülüyor. Benim gideceğim projenin ismi “30 Yaşın Üzerindekiler İçin Okul Öncesi Eğitim Projesi”. Projenin yürütüldüğü yer Cape Town, Güney Afrika Cumhuriyeti. Katılımcıların 30 yaşın üzerinde olma zorunluluğu var. Çünkü ilgileneceğimiz çocuklar çeşitli nedenlerle zarar görmüş (öksüz, yetim, istismar edilmiş vb.) ve kolay incinebilecek türden. Daha verimli bir katkı sağlanabilmesi için gönüllülerin olgun olmasını tercih ediyorlar. Gönüllülerin yapacağı temel işler okul öncesi çocukların eğitiminde öğretmenlere yardımcı olmak, çocuklara kitap okumak, onlarla resim çizmek, oyunlar oynamak; sağlık, beslenme ve hijyen aktivitelerine katkı sağlamak; bakım ve tadilat projelerine destek vermek. Tüm bunların dışında en önemli olanın onlara hak ettikleri sevgiyi ve değeri hissettirebilmek olduğunu düşünüyorum.

Proje sürekli açık ve gönüllüler projeye 2 haftadan 12 haftaya kadar katılım sağlayabiliyorlar. Proje süresince gönüllü evlerinde kalınıyor. Konaklama ve 3 öğün verilen yemek için bir miktar ücret ödüyorsunuz. Ayrıca uçak biletlerinizi ve seyahat sigortanızı karşılamanız gerekiyor. Adli sicil kaydı ve bir başvuru formuyla projeye dahil oluyorsunuz. Tüm bu süreçte aklınıza gelen her türlü soru için proje koordinatörü ile yazışıyorsunuz ve tüm merak ettiklerinize oldukça sıcak bir şekilde cevap veriyorlar.

Kontenjanlar kısıtlı olduğu için rezervasyonunuzu birkaç ay öncesinde yaptırmanız gerekiyor. Projeye 3 hafta katılmak istediğimi söylediğimde proje koordinatörü gereken tüm dokümanları ileterek gönüllülük sonrasında katılabileceğim 6 günlük bir tur önerdi bana. Turu inceleyince, gittiği yerleri görünce oldukça heyecanlandım. Kendisine sadece 3 haftam olduğunu, tura ancak gönüllülüğü 2 haftaya düşürerek katılabileceğimi, bu yüzden kafamın karıştığını söyledim ve onun bu konudaki fikrini sordum. O da bu proje için daha çok çalışanların başvurduğunu ve bu yüzden genelde 2 hafta katılım sağlanabildiğini söyleyerek, 2 haftanın benim için yeterli olacağını ve turun harika yerlere gittiğini, her gece farklı bir yerde konaklanacağını, Cape Town’a gelmişken bu turu kaçırmamam gerektiğini söyledi. Böylece benim gönüllülük işinin bir haftası da kendiliğinden tatile dönüşmüş oldu.

Böyle kendiliğinden ortaya çıkan süprizlere hep bayılmışımdır zaten. Maceranın ikinci kısmının da kişisel gelişimimde oldukça faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü bugüne kadar hiç tek başıma tatile çıkmamıştım. Anlaşılan bu yolculuk her açıdan kompakt bir deneyim olacak benim için. Internet erişimim nasıl olur bilemiyorum ama 2 hafta sonrasındaki paylaşımları gördüğünüzde gönüllülük bunun neresinde demeyin diye şimdiden söyleyeyim istedim 🙂

Herkesin Bir Fikri Var

Gitmeye tam anlamıyla karar verdiğimde konuyu insanlara yavaş yavaş çıtlatmaya başladım. Aldığım olumlu görüşlerin dışında en çok sorulan sorular şu şekildeydi:

  • Türkiye’deki çocuklar bitti de Afrika’dakiler mi kaldı? (bıyık altından gülümsemeler)
  • Tek başına mı gideceksin? (şaşkın surat ifadeleri)
  • Eşin buna nasıl izin verdi? (sorgulayıcı bakışlar)

Hatta dünyanın artık maceraya atılacak bir yer olmadığını söyleyip, kaçırılırsam ne yapacağımı bilip bilmediğimi soran insanlarla bile karşılaştım. Duygusal bir insan olduğumu söyleyerek psikolojimin etkileneceğinden endişelenen insanlar da oldu. Eminim kimse kötü niyetle söylemedi bütün bunları ama ben hepsine kulak tıkayıp olumlu düşüncelerle yola çıkmak istiyorum. Orada nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum elbette, bazen endişeleniyorum, anlatılanlardan korkuyorum, çocukları gördüğümde gözyaşlarımı nasıl tutacağımı düşünüyorum ama her şeye rağmen buna değeceğine tüm kalbimle inanıyorum. Bu yolun beni değiştireceğine, belki bana yeni yeni yollar açacağına, beklediğim gibi geçmemesi durumunda bile en azından yaşadığım hayatın kıymetini anlamamı sağlayacağına, öyle ya da böyle bana mutlaka bir şeyler katacağına eminim. Heyecanla bekliyorum o günün gelmesini.. Fazla zamanım kalmadı, 31 Ocak gecesi uçağım kalkacak. Hadi hazırlıklara başlayalım o zaman!!

Benim Gitmem Lazım..

Senelerdir kıvranıyordum, bir şeyler yapmam lazım, bir yolunu bulmam lazım, bir şekilde çıkmam lazım, yaşama kendi ellerimle dokunabilmem, gerçekten nefes alabilmem, renkleri uzaktan görmek yetmez, onları içimde hissedebilmem lazım. Biliyordum bütün bunları, çok iyi biliyordum. Günler birbirini kovalıyor, yıllar hızlıca geçiyordu. Bir şey olmasını bekliyordum. O bir şey, her neyse bir an önce olsun ve beni kurtarsın, beni ben yapsın. Olmadı işte, o şey bir türlü olmadı. Ben onu beklerken kımıldamam her geçen gün zorlaşıyor, sorular artıyor, kalbim sıkışıyor, düşünmekten yoruluyordum, son zamanlarda tek yaptığım şey uzanıp tavanı izlemekti, evet evin tüm tavanlarını ezbere biliyordum artık..

Bir gece yatarken kuracak hayalimin kalmadığını fark etmiştim, her günümün birbirine benzediğini, öyle yaşayıp gittiğimi. Ruhi Mücerret’in dediği gibi “Hayatım bir film olsaydı, izlerken ya uyuya kalır ya da yarısında çıkardım.” Bunu bilip hiçbir şey yapamamak, eksik olanın ne olduğunu bulamamak, onu nasıl tamamlayacağını bilememek çok yıpratıcıydı. Neden buradayım, ben ne yapıyorum, devam etmenin ne anlamı var? gibi sorular sorup,  varlığımı bir türlü anlamlandıramıyordum. Elimde bir sürü soru vardı, düşündükçe azalacakları yere artıyorlardı. Bir şeyler yanlıştı, bize öğrettikleri yollar, geçmemizi bekledikleri sokaklar, yaşamamızı istedikleri hayatlar.. Tüm bunları düşünürken, hayatla çok kavga ettim, her şeye kızdım, herkese küstüm. Belki bundan kimsenin haberi bile olmadı ama ülkeme, aileme, inandıklarıma, bana inandırdıklarına, sevdiklerime, hatta çok sevdiğim kitaplara bile. Öyle bir noktaya geldim ki artık kitap okumayacağım dedim. Başkalarının anlattıklarını dinlemek istemiyorum artık dedim. Kendi hikayem olmalı, kendi doğrularımı oluşturmalıyım, bunca senedir kafamı bir sürü yanlış şeyle doldurdular dedim.

Kafamdaki sorulara cevap bulamadıkça çareyi her şeyi olduğu gibi bırakıp gitmekte buldum. Hayal bu ya, bir sabah kalkıp çok uzaklara gidecektim. Bir anda, kimseye söylemeden. “Irmağın Öyküsü”nü de o zamanlar gözyaşları içinde yazdım, şimdilik ilk ve son öyküm. Sonra ailemle bir gemi yolculuğuna çıktık. 10 günde 5 ülke gezdik, sayısız güzel yerler gördük.

“Tüneller geçtim, camlardan yolları izledim, istasyonlarda bekledim, farklı tenleri, farklı müzikleri hissetmeye çalıştım, gökyüzüne baktım, havayı soludum derin derin, denizin kokusunu içime çektim, kalbimdeki heyecanı hissettim bazen, bazen de midemdeki ağrıyı ve boğazımdaki düğümü.. Nereye gidersem gideyim, ne yaparsam yapayım kendimleydim, gitmekle gidilemediğini söylemişti zaten şair..”
10 Mayıs 2015, Marsilya

O 10 günlük yolculuk bana nedensiz başını alıp gitmenin hiçbir işe yaramayacağını öğretmiş oldu. Ablamın da dediği gibi nereye gidersem gideyim totom da benimle gelecekti nasılsa. Haklıydı, derdim neydi, istediğim neydi, kendimle zorum neydi? Bilmiyordum, o kadar karmaşıktı ki, çözmek zaman istiyordu.

“binbircesitelif” de zaten buradan geliyor. Hakan Günday’ın “Kinyas ve Kayra” kitabında Kayra, içinde iki farklı insan olduğundan bahsederek o iki değişik Kayra’yı kabul ettiğini söyler ve ikisiyle de başa çıkabileceğini düşünür. Sonra her şeyi dışarıdan izleyen üçüncü Kayra’yı fark eder ve sonra dördüncüyü, beşinciyi… Der ki: “İçimde bir stadyum dolusu adam vardı. Ve ben saymaya daha yeni başlıyordum.” Bu satırları okurken ilk kez kendime itiraf etmiştim belki de, benim de içimde bir stadyum dolusu elif vardı. Bazısıyla tanıştık, bazısını henüz hiç görmedim, bazısını herkesten sakladım, bazısını ön safhalarda tuttum, bu seneye kadar öyle ya da böyle bir şekilde idare ettim hepsini. Ama bu sene roller birbirine karıştı, herkesten bir ses çıktı, baş edemedim, çok savaş verdim. Bazılarını bu yaşa kadar susturduğuma hayıflandım, geç kalmış hissettim kendimi.

Yine tavanlara baktığım bir gün, ne yapmalı ne yapmalı diye düşünürken, aklıma Afrika’ya gitmek geldi. Ne de olsa ölmeden önce yapılacaklar listemde geçiyordu kara kıtaya gitmek. Ama nasıl? Gezmeye olmasın, gezip gördüğüm yerlerden istediğim tadı alamıyor, yeterince dokunamıyordum insanlara. Bir yardım işi için gitsem? Birilerine faydam dokunsa? Daha önce hiç görmediğim insanlarla tanışsam, bambaşka hayatların içine karışsam? Birkaç kişiye sordum soruşturdum bir şey çıkmadı. Sonra unuttum gitti bu fikri, yine daldım kendi dünyama. Sürekli yeni bir şeylere elimi atıyordum ve hep boş çekiyordum. Elimi neye atacağımı şaşırarak, her seferinde aradığım şey her neyse onu bulmanın ümidiyle yeni şeyler deniyordum. Yine zor zamanlarımın birinde enerjisine güvendiğim çok eski bir arkadaşımın evine gittim ilk kez. Uzun süredir aklımda olan ama hep ertelediğim bir şeydi. Onu görmeye ihtiyacım vardı, iyileşmek isteyen biri gibi girdim o eve. Bir bir döktüm eteğimdeki taşları. Her nasılsa konu döndü dolaştı Afrika’daki çocuklara yardım için yapılan projelere geldi. Bana bunu daha önce denemiş birini söyledi ve benim için macera o gün başladı, 03 Ağustos 2015. Bunu yapabilir miydim, hiç bilmiyordum o gün. Sadece güzel bir hayaldi. Ama insanın aklına küçük bir düşünce tohumu düşmeyegörsün, o insan bir daha asla eskisi gibi olamıyor.

Başta kendim de inanmayarak, yavaş yavaş fikre ısındım. Oraya giden yıllardır görmediğim arkadaşımla yazışmaya başladım, sağolsun o da çok destek oldu bana, sonra organizasyon şirketine yazdım bilgi almak için. Dedim aşılarımı yaptırayım, dursunlar bir köşede belki lazım olurlar. Ama hala gideceğime tam olarak inanmıyordum. Konuyu eşime açtığımda asla böyle bir şeyi istemeyeceğini söyledi. Zaten kendim de git geller yaşıyordum.

Günler geçtikçe o tohum bende büyüdü, büyüdü, bir gün saklanamaz bir hale geldi. Beni hayata bağlayan bir şeye dönüştü. O çocukların resimlerine baktıkça, dünyanın dört bir yanından gelen diğer gönüllülerle geçireceğim zamanı düşündükçe, en çok da kendime yapacağım bu yalnız seyahati hayal ettikçe yaşadığım heyecan vazgeçmesi zor bir tutkuya dönüştü. Ve kendimi bir gün evden ve işten 3 haftalık iznimi koparmış, Cape Town biletlerimi almış bir şekilde buldum. İnsanlık için küçücük ama benim için kocaman bir adımdı bu attığım.

Herkesin kolayca yapabileceği kısacık bir seyahat bile olsa, sonunda iyi veya kötü nelerle karşılaşacağımı bilmiyor da olsam, tüm bunlar bana hala hayatta hayal kurulabilecek şeylerin olduğunu ve eğer gerçekten ararsak onları bulabileceğimizi hatırlattı. Bu süreçte bir kez daha anladım ki insan bir şeyi gerçekten istesin onu hayata geçirmek için bir şekilde bir yolunu buluyor. Hayal kurmak dünyanın en kıymetli şeyi. Bir şeyi çok çok istemek, ona giden yolda o heyecanla yatıp kalkmak.

Bu süreçte beni yüreklendiren çok sevdiğim dostlarıma, benimle heyecanımı paylaşıp tüm endişelerimi giderecek şekilde bana yol gösteren sevgili amirime ve de beni her halimle kabul ederek sevmekten hiç vazgeçmeyen canım eşime ne kadar teşekkür etsem az..Bakalım bu yolun ucunda beni neler bekliyor, bu yolda bana eşlik etmek ister misiniz?