Kara Kuzularla Son Günüm

Bugün gönüllülükte son günümdü. Dan evden çıkmadan önce son günü olanlara çocukların yanında ağlamayın, sizi ağlarken görmesinler dedi. Yok canım, ağlanacak ne var diye düşündüm ne yalan söyleyeyim.

Zaten cumaları yarım gün. Kreşin en küçükleriyle geçiriyoruz günümüzü. Bugün orta yaştaki çocukların öğretmenleri yoktu, o yüzden onlar da katıldılar bize. Öğretmen derken hiçbiri gerçek öğretmen değil aslında. Sadece çocuklarla ilgilenen kişiler. Çocuklara bir şeyler öğretirken görmedim hiç onları. Yemeklerine yardımcı oluyorlar, küçüklerin altlarını değiştiriyorlar o kadar. Bu arada yemek hazırladıkları masa ile alt değiştirdikleri masa aynı! Ayrıca kreşlerde sabun diye bir şey de görmedim. El yıkamak sadece eli suya tutmaktan ibaret. Çok ilginç bir şekilde çocuklar hiç su içmiyorlar burada. Hava o kadar sıcak ki, güneşin altında da oynuyorlar ama suluklarında sadece meyve suları var. Evlerinde su yok mu diye sordum, var ama beslenme alışkanlıkları bu şekildeymiş.

Buranın sorunu diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi açlık değil aslında. Sağlıklı beslenme. Happy Africa bu konuda elinden geleni yapıyor, kreşlere maddi olarak destek oluyor, sağlıklı gıdalar alınmasını sağlıyor ama evdeki yetişkinlerin de eğitilmesi gerekiyor bence. Çocukların ara öğünlerinde beslenme çantalarından çıkarttıklarına baktığımda hep renkli, şekerli yoğurtlar ve baharatlı krakerler görüyorum. Bugün İsviçreli yaşlı bir çift kreşe gelerek kutu kutu üzüm getirdiler. Çocuklar üzümlere bayıldılar. Böyle küçücük iyilikler ne kadar kıymetli aslında.

Yine oyunlarla, şarkılarla zamanı çabucak geçirdik. Artık bir çoğunun ismini biliyorum, onlar da beni tanıyorlar. Biz daha kreşe girmeden kapıda gördükleri anda kıyamet kopuyor zaten. Gitmeye yakın eşyaları kutulara yerleştirmeye başlarken boğazım düğümlendi. Dedim ki bir daha hiçbirini göremeyeceğim, inşallah sağlıklı bir şekilde büyüyüp mutlu insanlar olurlar. Arabaya oturduğum anda da gözyaşlarıma engel olamadım. Demek ki düşündüğüm kadar kolay bir iş değilmiş. Onları gerçekten çok çok özleyeceğim.
img_4533

img_4566

Eve geldiğimizde öğle yemeğimizi yedik ve ardından önümüzdeki hafta okullarda yapılacak aktiviteleri planlamaya başladık. Benim projemde önümüzdeki hafta çalışacak gönüllü yok. O yüzden 5 gün yerine 2 gün okullara gidilecek. Gönüllüler olmayınca African Impact çalışanları her işe yetişemiyor. Böylece gönüllülüğün ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış oldum.

Planlamalar bitince evde bize temizlikte yardımcı olan Jane’in doğum gününü kutladık hep birlikte, çok mutlu oldu. Shecky ve Jane bütün gün evde işleri yaptıktan sonra kendi evlerine gidiyorlar. İkisi de işlerinde çok başarılılar.
363dc-132b022b20162b-2b1

Akşam yine evde kağıt oynayarak geçirdik zamanımızı. Burada çok değişik oyunlar öğrendim. Başlarda niye çıkmıyoruz, evde oturup ne yapacağız diye düşünürken evde birlikte vakit geçirmekten bayağı zevk almaya başladım.

Yarın evden birkaç kişi çevredeki üzüm bağlarını gezmeye gideceğiz. Pazar günü için de Robben Island’a biletlerimizi aldık. Böylece bugünden itibaren maceranın tatil kısmı da başlamış oldu. Pazartesi günü sabah Garden Route Turu için firma beni evden alacak. Herkes bu turu çok methediyor burada. Bakalım nasıl bir turmuş, merak ediyorum. Günler güzel geçsin ama çabucak bitmesin istiyorum..

Hayatı Basitleştirmek

Bugünkü gündemim hayatı basitleştirmek. Ona geçmeden önce gün içinde yaptıklarımdan kısaca bahsedeyim. Sabah kuzularla her şey yine çok güzel gitti. Onlara hikayeler okudum, birlikte şarkılar söyledik, bu haftaki konumuz aile olduğu için anneden, babadan, kardeşlerden bahsedip onların resimlerini çizdik, sonra hep birlikte boyadık.
img_4487

Öğle arasında Sandiso beni mahallelerindeki bir ızgaracıya götürdü. Yolun kenarında, bir odanın içinde bir fırın düşünün. Kapısı bile yok, içerisi duman kaplı. Dolaptan istediğiniz etleri seçiyorsunuz ızgaraya atıyorlar, sonra tepside önünüze geliyor. Üzerine birkaç sinek konsa da, ortam çok çok salaş olsa da etler bayağı lezzetliydi. Ellerinizle yiyorsunuz. Bir koca biftek 2 büyük tavuk kanadı için 3-4 lira gibi bir şey ödedim.

Buranın para birimi Rand, 1 Türk Lirası 5 Rand’ın üzerinde. Avrupa’dan Amerika’dan sonra insan kendini iyi hissediyor. Ama onlar için korkunç tabi. Sandiso’yla konuşuyorum da buradaki yerlilerin yurt dışına çıkması çok zor. Bugünlerde 1 Avro yaklaşık 18 Rand. Biz 3 katıyken bile zorlanıyoruz, onlar için 18 katı olduğunu düşününce insan üzülüyor gerçekten de.

Yemeğimizi yedikten sonra kütüphaneye gittik. Bugün mahalle sakindi, bir problem yoktu. Okuldan çıkan çocuklar sokaklarda vakit geçirmek yerine doğruca kütüphaneye geliyorlar. Onların minik üniformalar içinde teker teker kapıdan içeri girişlerini görünce bayılıyorum. Bugün yine bir sürü şey yaptık birlikte, günümüz oldukça eğlenceli geçti ama valla pestilim çıktı. 40’a yakın çocuk var. Hepsiyle birazcık vakit geçirdikten sonra insanda ne hal kalıyor ne de ses. Ama yine de ayrılırken ortama şöyle bir baktım, çok özleyeceğim hepsini..
img_4498

img_4504

Perşembe günleri evde yarışma günü. Bu iş için her hafta birisi görevlendiriliyor ve o kişi evde oynanacak oyunları belirliyor. Bu hafta Jack çok güzel hazırlanmış, akşam iki takıma ayrıldık ve bir sürü oyun oynadık. Yerde oturarak balonla voleybol oynama, gargara yaparak şarkı söyleme, elden ele buz taşıma gibi ne kadar saçma şey varsa hepsini yaptık. Acayip eğlenceliydi. Onlardan bir sürü şey öğreniyorum. Bazı öğrendiklerime ağzım açık kalıyor. Dışarıda nasıl bir dünya varmış inanamıyorum. Yine burada detay veremeyeceğim ama isteyen olursa detaylı anlatırım.
c6f93-img_4521

img_4482

7a73e-112b022b20162b-2b1

Son olarak hayatı basitleştirmeye gelirsek, bugün bize African Impact ofisinden Kate katıldı. İşe yeni başlamış. Doğrudan çocuklarla çalışmayacak olsalar bile ofiste işe başlayanları projeleri öğrenmeleri için ekiplerle birlikte okullara gönderiyorlar. Onlar için bir çeşit oryantasyon. Kate benim yaşlarımda bir İngiliz. Babası Güney Afrika’lı ama aktivist olduğu için yıllarca Güney Afrika’ya girmeleri yasaklanmış. Yasak bitince bir gün buraya geliyorlar ve Kate buraya hayran kalıyor. Eşi de kendisi gibi İngiliz. İkisi de işi gücü bırakıyor ve buraya yerleşiyorlar, 4 yıldır buradalar. Neyse hikayeleri kısaca böyle, asıl bundan sonra anlattıkları benim duygularıma tercüman oldu. Diyor ki İngiltere’de ikimiz de çok iyi para kazanıyorduk ama kazandığımız parayı saçma sapan şeyler için harcıyorduk. Yeni bir saat, yeni kıyafetler, aslında ihtiyacımız olmayan bir sürü başka şey.. Buraya geldik, çok daha az kazanıyoruz ama harcamıyoruz da. Burada para harcamayı gerektirecek hiçbir şey yok. Hayatımız çok basit, kıyafetlerimiz basit, evimizde ütü bile yok.. Şu gökyüzüne bir baksana, gökyüzü bile burada daha büyük diye anlatmaya devam ediyor ki, ben araya giriyorum. Tamam Katecim mesele anlaşıldı, istersen konuyu daha fazla derinleştirmeyelim diyorum.

Gerçekten de hayatımızı ne kadar zorlaştırıyoruz biz. Her şeyi ne kadar ciddiye alıyoruz. Kendimizi ne kadar çok önemsiyoruz. Aslında her şey o kadar basit olabilir ki. Bugün ben Kate’in gözlerindeki o parıltıyı gördüm ve o koca gökyüzüne bakıp derin bir iç çektim…

Sürprizlerle Dolu Bir Gün Daha

Allahım her yerimi böcekler yedi. Bacaklarımda belimde bir sürü kızarıklık var. Dün akşam başladı, gitgide sayısı arttı. Birisi duruyor, öbürü kaşınıyor, kaşı kaşı geçmiyor. Kızarmak kaşınmak sorun değil de ne ıssırdı, üzerimde neler gezindi düşüncesi korkunç. Evdekilere sordum, hepsi benim de buramı yedi, benim de şuramı yedi diye vücutlarını gösteriyorlar. Takılmıyorlar fazla. Gece sürekli uyanıp uyanıp yatağımın içini ve odamı kontrol ettim ama hiçbir şey göremedim. Neyse ki yanımda bunun için krem ve antihistaminik ilaç getirmiştim. Bugün markete gidip böcek ilacı da aldım. İnşallah işe yarar.

Sabah yine kreşimize gittik. Gittiğim yerlerde her gün bana eşlik eden çalışan değişiyor. Bu hoşuma gidiyor, yolumuz uzun zaten, hepsiyle farklı şeyler konuşarak gidiyoruz. Bugün de kuzularla tüm aktiviteleri planlara uygun olarak gerçekleştirdik.
img_4427

Sonrasında öğle yemeğimizi yemek için yakınlardaki Fish Hoak Beach’e gittik. Hava çok sıcaktı ama okyanus kenarları bayağı esintili oluyor. Kendimize uygun bir yer bulup oturuyoruz. Sonra da evde hazırlanan yemeklerimizi açıp yiyoruz.
af549-img_4461

Yol üzerinde Güney Afrika’da sörfün doğduğu yer olarak bilinen Muizenberg kasabasından geçtik. Okyanus dalgaları öyle büyülü gözüküyordu ki, manzarasına hayran kaldım.
img_4270

Sabahları gittiğim 2 ayrı kreş, öğleden sonraları gittiğim bir kütüphane, iki de ev var. Yani 5 gün boyunca belirlenen günlerde 5 ayrı mekana gidiyorum. Farklı mahalleleri, farklı ortamları görme şansım oluyor. Bugün öğleden sonra kütüphane günüydü. Ama kütüphanenin olduğu mahalleye gittiğimizde sokaklar polis doluydu. Bir şeylerin ters gittiği belliydi. Kütüphane görevlisiyle konuştuğumuzda okullarla ilgili bir protesto olduğunu ama kütüphanede bir sorun olmayacağını söyledi. Bana eşlik eden Güney Afrika’lı Sandiso ise mahallenin güvenli olmadığını, neler olacağını bilemeyeceğimizi söyleyerek beni diğer bir projenin yürütüldüğü mahalleye götürdü. Böylece orayı da görmüş oldum.

Burası GAPA (Grandmother Against Poverty and AIDS) adında bir kuruluşun yeri. Devlet tarafından maddi olarak destekleniyor. Amaç çocukların okullarından çıktıktan sonra güvenli bir şekilde vakit geçirmelerini sağlamak. Çocuklar ilkokul, ortaokul çağlarında. African Impact de bu amaçla yanında oyuncaklar ve malzemeler getirerek çocuklarla hem içeride hem de dışarıda yapılacak aktiviteleri gerçekleştiriyor. Bugün hava o kadar sıcaktı ki, dışarıda çocukların burunları kanamaya başladı. O yüzden içeriye almaya çalıştık ama içerisi de o kadar büyük değil. Ortamı görseniz çocuk dolu, gürültü dayanılacak gibi değil, her biri masalarda bir şeyler yapmaya çalışıyor. Zaten amaç öğretici bir şey yapmaya çalışmak değil. Sadece çocuklar güvenli bir yerde vakitlerini geçirsinler yeter. Bir süre sonra şişeleri su ile doldurup çocukların kafalarına sıkmaya başladık. Öyle hoşlarına gitti ki, bana da bana da diye bağırıyorlar. Bu sıcakta yapılabilecek daha iyi bir aktivite yoktur herhalde.
img_4466

Onun dışında çok ilginç bir şekilde bugün yolda yürüyen çırılçıplak bir siyah adam gördüm. GAPA için gittiğimiz mahallede. Adam gerçekten çıplak. Yürüyor. Sandiso bile şaşırdı. Ne de olsa burası Afrika. Nelerle karşılaşacağımız hiç belli olmuyor. Gittiğimiz mahallelerin içini görseniz, insanın ağzı açık kalıyor. Aynı mahallede koyun kafasını pişirip satan sokak satıcıları da gördüm. Bizde kelle derler ya burada oldukça popüler bir yiyecek. Bu işin en sevdiğim tarafı turist olarak geldiğinizde giremeyeceğiniz yerlere girmeniz, göremeyeceğiniz yaşantıları görmeniz.

Sonra eve geldik. Shecky yine döktürmüştü, yemekleri yedikten sonra haftasonu turları ayarlanmaya başladı. Cumartesi günü evdeki çoğu kişi etraftaki bağları gezmeye karar verdi, ben de onlara katılacağım. Pazar günü ise üç kişi Nelson Mandela’nın yıllarca hapis yattığı Robben Island’a gideceğiz. Hafta içi akşamlar genellikle evde veya mahallede geçiyor. Saat 10 olunca da herkes uykuya çekiliyor. Ben kendimi Türkiye’de tavuk sanırdım, burada gece kuşu oldum resmen. Uykuya amma düşkünler. Avrupa’da hani turistlik yerler dışında akşam mahalleler boşalır, dükkanlar kapanır, bu insanlar neredeler, ne yapıyorlar dersiniz ya. Meğer yemek yiyip, biraz takılıp uyuyorlarmış, bunu anladım. Yine de bayağı alıştım buraya, günlerim azaldıkça üzülüyorum ne yalan söyleyeyim..

Değerlendirmeler, Değerlendirmeler..

Bugün yine kara kuzularla çok güzel vakit geçirdik. Geçen haftanın aktivitelerine ek olarak bu hafta değerlendirme yapıyoruz. Yani çocuklarla teker teker masada oturup, söylediğimiz harfleri bize göstermelerini istiyoruz. Daha sonra sayıları koyuyoruz masaya ve sorduğumuz sayıları bulmalarını istiyoruz. Sonra renkleri, sonra da şekilleri. En son çocuklara bir kağıt veriyoruz ve önce isimlerini yazmalarını, sonra bir insan çizmelerini, en son da çizdikleri insanın vücudunda ve kendi vücudumuzdaki yerleri göstererek isimlerini söylemelerini istiyoruz. Kağıtlarda bildikleri ve bilmedikleri her şeyi işaretliyoruz. Her üç ayda bir bunu yaparak çocukların gelişimini takip edip raporluyorlarmış. Türkiye’de böyle şeyler yapılıyor mu bilmiyorum ama ben bu ölçme yöntemini çok beğendim.

Onun dışında öğleden sonra gittiğimiz evde çocukların ödevlerini bitirdikten sonra origami yaptık. Bu haftanın planını ben hazırladığım için hem Türkiye’den getirdiğim malzemeleri kullanıyorum, hem de gelmeden önce çalıştığım konuları uyguluyorum. Çocuklar zaten öyle tatlılar ki, onlar için yeni olan her şeye bayılıyorlar. Çalışırken, oynarken sürekli temas halindeyiz. Sarılıyorum, dokunuyorum, seviyorum onlarla olmayı.
a3577-82b022b20162b-2b1

Şu kızların saçlarını görüyor musunuz? Burada dikkat ettiğim bir diğer şey ise örgü sandığımız saçların hemen hemen hepsinin yapma olduğu. Sadece kafaya yapışık olarak örülenler gerçek. Öyle ince telli ve cansız saçları var ki, ya kızların saçlarını traşlıyorlar ya da dibinden kesip ucuna yapma saçı bağlıyorlar. Resimlerde gördüğünüz tüm saçlar yapma. Dokununca ve dibine dikkatli bakınca anlaşılıyor. Yapma saçları yıkayamadıkları için kuru şampuan kullanıyorlar. Tabi bu onları bir süre idare ediyor, sonra çıkarıp yıkanıp bir daha taktırıyorlar. Onları görünce kendi saçlarımı daha çok sever oldum. Saç açısından zor bir hayatları var gerçekten de.
258f3-82b022b20162b-2b1

img_4424

Bugünkü çalışmalarımız bittikten sonra eve geldik ve gönüllülük süresinin ortasında olan üç kişiyi Dan odaya çağırarak bizimle kısa bir değerlendirme toplantısı yaptı. Bilgisayarından bir sürü soru sordu bize ve cevaplarımızı not aldı. Evin temizliği, güvenliği, yemeklerin lezzeti, çalışanların davranışları, okuldaki öğretmenlerin davranışları, başvurumuz sırasında aldığımız hizmet, projelerin amaçlarının anlaşılabilirliği, kendimizi ne kadar ait hissettiğimiz vs vs. Bir sürü soru. Hiçbirimiz bir tanesine bile negatif görüş vermedik, her şeyi o kadar planlı ve güzel yürütüyorlar ki söylenecek söz yok. Ben sadece böcekleri söyledim, Dan de bazı yerlerde ilaç olduğunu ama yenileyeceklerini söyledi.

Akşam evde yine kağıtlar oynandı, muhabbetler edildi. Aa bu arada sabah kanepede Jennifer’a kriket sopasını vererek onu öldürmeyi başardım. Bir sonraki kurbanım Amy, evin dış kapısının önünde ona tuvalet kağıdı vermem lazım. Bu biraz daha zor bir hedef. Evdeki ölü sayısı gitgide artıyor, bakalım daha ne kadar dayanabileceğim..

Meğer Burası Bir Cennetmiş

Herkese merhaba! Birkaç gündür yazamadım, bir sürü konu birikti. Öncelikle kısaca perşembe ve cuma gününden bahsedeyim. Kara kuzularla her şey çok güzel gitti. Oyunlar, şarkılar, diğer tüm aktiviteler.. Onların eğitimlerine katkıda bulunmanın yanı sıra yedikleri ara öğünler ve öğle yemekleri de African Impact’le iş birliği içinde olan Happy Africa tarafından karşılanıyor. Ara öğünlerinde meyve verilmesi, öğle yemeklerinde besin değeri yüksek yemekler pişirilmesi için kreşlere para ödeniyor. O yüzden yapılanlar her açıdan çocuklara fayda sağlıyor.
7a771-image2

6828e-image3

Cuma günü okullara yarım gün gidiliyor. Öğleden sonra tamamen planlama için ayrılmış durumda. Önümüzdeki hafta yapılacak aktiviteleri günü gününe, saati saatine planlıyoruz. Başta kolay bir iş gibi düşünmüştüm ama işin içine girince ne kadar ciddi olduğunu anladım. Yaklaşık 3,5 saat kadar planlama yaptık. Ne yaptınız o kadar derseniz, öncelikle önümüzdeki haftanın konusu belirlendi. Sonra o konuyla ilgili kitaplar bulundu, resimler çizildi. Her okula hangi gün ne anlatacağız, gideceğimiz sınıfta kaç masa var, her masada oynanacak oyun ne olacak gibi detaylı planlamalar yapıldı. Getirdiğim origami örnekleri için kağıtlar kesildi, birer tane örnek yapıldı vs. Evde herkes kendi projesiyle ilgili hummalı bir şekilde çalıştı. En son çıkan planlar koordinatörler tarafından gözden geçirildi ve imzalandı. Sonra hazırlanan tüm oyuncaklar, kitaplar, eşyalar her projenin kutusuna yerleştirildi. Okullara bu kutuları alarak gidiyoruz. Çocuktur, iki oyun oynarsın, sonra biraz yap boz yaparsın diye düşünürken, işlerin ne kadar ciddi olduğunu görmüş oldum. İngiliz tarzı bu olsa gerek.
3a225-paragraf_2_evdeki_haz25c425b1rl25c425b1klar

Onun dışında evde her şey yolunda. Komün hayatı fazlasıyla sevdiğimi söyleyebilirim. Bir de gece tuvalete giderken yerde ve mutfak mermerinin üzerinde gördüğüm böcekler olmasa her şey müthiş olacak. Küçüklerin yanı sıra hamam böcekleri de var. Gündüz ortalarda gözükmüyorlar, gece oldu mu hepsi ayakta. Yokmuşlar gibi davranmaktan başka çarem yok. Onun dışında akşamları yemekten sonra evde çeşitli oyunlar oynuyoruz. Daha önce ismini hiç duymadığım kağıt oyunları ve diğer oyunlar. Örneğin şu anda bir hafta süreyle bir oyun oynanıyor evde. İsmi “Assassin” yani “Suikastçı”. Bir tane oyun kurucu var. Herkese evdeki birinin ismini veriyor. Sonra bir kaseden evin içindeki bir yer adı çekiyoruz ve diğer kaseden de bir obje çekiyoruz. Bize verilen isme, çektiğimiz yerde çektiğimiz objeyi verirsek o kişiyi öldürmüş oluyoruz. Bana Jennifer, kanepe ve kriket sopası çıktı. Yani Jennifer’a kanepede otururken kriket sopasını vermem lazım. Eğer onu öldürmeyi başarırsam onun kurbanını devralıyorum. Oyun tek kişi kalana kadar devam ediyor. O yüzden evde kimse kimseden bir şey almak istemiyor. Oturma odasında herkesin isminin yazılı olduğu bir tahta var, insanlar öldükçe üzerlerine çarpı atılıyor. Sabah bir kalkıyorsunuz birinin üzerinde çarpı var. Ne oldu, kim, nasıl öldürdü diye soruyorum öyle komik hikayeler çıkıyor ki gülmekten ölüyorum. Neyse ki şimdilik hala hayattayım, bakalım daha ne kadar dayanabileceğim.

Cape Town’a gelirsek, burası Afrika değil cennetin tam ortası.. Haftasonu okullar kapalı olduğu için gönüllüler vaktini çevreyi gezerek geçiriyorlar. Yapacak bir sürü aktivite, gidilebilecek çeşit çeşit turlar var. Haftasonu bizim ev halkının bir kısmı safari, sky diving gibi turlar satın aldılar. Benim gönüllülük sonrası yapacağım tur zaten bunları içeriyor. O yüzden ben Yunus Bey’lerle takılmayı tercih ettim, kendisi 30 senedir burada yaşadığı için her şeye fazlasıyla hakim.

Cuma günü akşam benim bulaşık yıkama günümdü. Bulaşıkları yıkadıktan sonra Yunus Bey beni almaya geldi. Önce arabayla Signal Hill denen tepeye çıktık. Burada güneşin batışını izledik. O kadar kalabalıktı ki. Herkes şaraplarını, içeceklerini almış, tepeye oturmuş keyifli keyifli manzarayı izliyor. Güneş battıktan sonra da alkışlıyorlar. Dedim ki yaşamak böyle bir şey olmalı.
6137a-image2

b53ae-image3

Oradan da Waterfront’a gittik, bir diğer adıyla kordon. Restoranlar, barlar, canlı müzikler, ışıl ışıl bir dönme dolap, ortam harika. Bir restoranda balık yedik. Garsonumuz çok komikti. Türk olduğumuzu öğrenince, 70’li yıllarda Türkiye’de gezdiği yerleri anlattı bize. Kapadokya, Konya, Ankara, İstanbul vs. Ben Ankara’dan geldiğimi söyleyince yüzünü buruşturup, hala o kadar sıkıcı mı diye sordu. Ne desem bilemedim. Konya’da bir sabah uyanmış dışarı çıkmış, sokaklar bomboş. Sağa bakmış kimse yok, sola bakmış kimse yok. Oteldekilere sormuş, kimse İngilizce bilmediği için anlaşamamışlar. Şoka girmiş, kabus gibiydi diyor. Sonradan öğrenmiş ki ülkede nüfus sayımı var. Bir de her şeyi öyle tiyatral bir şekilde anlatıyor ki, çok güldürdü bizi.

Dün sabah ise dünyanın 7 doğa harikasından biri olan Masa Dağı’na çıktık. Dağa yürüyerek veya teleferikle çıkabiliyorsunuz. Biz teleferikle çıkıp, dağın üzerinde yürümeyi tercih ettik. Dağ gerçekten masa gibi dümdüz. Manzarası öyle güzel ki, insan kendini kuşlar gibi özgür hissediyor. 2 saat kadar vakit geçirdik orada. Hava oldukça sıcaktı. Güneş kremlerimiz, şapkalarımız, gözlüklerimiz olmasa zorlanabilirdik. Biz dağdayken Ankara’dan arkadaşlarım, ailem kar resimleri gönderdiler. Ankara bembeyaz olmuş. Kar resimlerde çok güzel gözüküyor gerçekten ama ben sıcağı her zaman soğuğa tercih ederim. Güneş, aydınlık, sıcaklık yaşam enerjimi arttırıyor, hayata bağlıyor beni.
img_4162

img_4166

df112-image3

Öğleden sonra ise arabayla yarımada turu yapıp, neredeyse her koya uğradık. Burada birbirinden güzel kumsallar var. Bazı koylarda ayaklarımı denize soktum, su buz gibiydi, girmek imkansız. Daha sıcak olanları da var. Ama genel olarak kumları, kumsalları, manzaraları harika. Gözlerimle görmesem buranın Afrika olduğuna inanmazdım.
img_4208

img_4227

img_4241

Bizim yaşamlarımızın en büyük eksiği bence doğa. Birbirine yakın apartman dairelerinde hayatımızı geçirmek yaradılışımıza aykırı diye düşünüyorum. Doğadan uzak yaşayan bir insanın ne bedenen ne de ruhen sağlıklı olabileceğine inanıyorum. Buraları görünce bir kez daha düşündüm ki bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Neyse bir gün çözebiliriz inşallah diyelim.

Bugünkü planımız Ümit Burnu’na gitmek. Hani şu Coğrafya derslerinde anlatılan Ümit Burnu. Yakınında penguenlerin olduğu kumsala da uğrayacağız. Oldukça heyecanlıyım, bakalım bizi neler bekliyor?

Aman Maşallahh!!

İşte bir günün daha sonuna geldim. Bugün başka bir kreşe gittik. Bu sefer bana eşlik eden kişi Güney Afrikalı Thulani’ydi. Yerli olduğu için çocukların ana dili olan Xhosa’yı biliyor ve gerektiğinde çeviri yapıyor. Xhosa çok değişik bir dil, dili damağa değdirip klik sesi çıkarılarak konuşuluyor. Xhosa konuşulurken bir anda etrafta herkes kliklemeye başlıyor.

Yine uzun bir yolculuktan sonra kreşimize vardık. Bu sefer çocuklar daha biz arabayı park ederken kreşin tellerine koşup çığlık atmaya başladılar.
img_4004

İçeri girer girmez bacaklarıma yapıştılar, nasıl güzel bir sevgi anlatamam, yaşamanız gerekiyor.
3af15-img_4037

Burada 3 farklı yaş grubunda sınıf var. Bugün en büyükleriyle geçirdik zamanımızı. Bazı yeni kelimeler öğrendik, birebir çalışmalar yaptık.
e2002-img_4038

img_4026

Çocukların öğle uykusu zamanı gelince Thulani’yle okuldan ayrılıp, yine manzaralı bir yere paketlenmiş yemeğimizi yemeğe gittik. Sonra Thulani beni bir alışveriş merkezine bıraktı, 1 saat kadar orada takıldım. Mağazaların içine girmedim ama Amerika’daki alışveriş merkezlerinden pek bir farkı yok gibiydi.

Öğleden sonra zarar görmüş çocukların konakladığı eve gittik. Anladığım kadarıyla annesi babası olmayan veya başka şekilde zarar görmüş çocukları bu gibi evlerde toplayıp bakıyorlar. Bugün gittiğim evde 6 tane çocuk yaşıyordu. Evden sorumlu, çocuklara bakan kadına çocuklar aunt diye sesleniyorlar. Çocuklar genelde ilkokul çağındalar. Üzerlerinde üniformaları, teker teker okullarından geldiler. Ödevlerini birlikte yaptık. Kimisi okumayı yeni söküyor, kimisi daha büyük, daha farklı ödevleri var. Gerçekten çok keyif aldım. Sıcak bir ev ortamında birlikte çalıştık. Ödevi bitenler oyun oynamaya geçtiler. Saat 16:00 gibi işimiz bitti ve eve gelmek üzere yola çıktık. Bu arada her günün sonunda o günü değerlendirdiğimiz formlar dolduruyoruz. Neler iyi gitti, nelerde zorluk yaşadık, önerimiz var mı vs. Dediğim gibi her şey çok düzenli ilerliyor.

Eve geldiğimizde ölü gibiydim. Öğretmenlik kutsal bir meslekmiş gerçekten de. Çok basit şeylerle uğraşmış olsam bile canım çıktı. Diğer gönüllüler bu akşam çıkan yemeği beğenmeyip dışarı gideceklerini söylediler, ben de pek canım istemeyerek katıldım onlara. İyi ki gitmişim, çok güzel vakit geçirdik. Amerikalı 50 yaşının üzerinde bir kadın var, adı Alisia, 2 çocuğunu ve kocasını bırakıp gönüllülük için taa buralara gelmiş. Onunla bol bol muhabbet ettik, şu Amerikalıların İngilizcesini seveyim, Jennifer ve Tim’e dönüp dedim ki günlerdir canıma okudunuz, biraz Alisia gibi konuşsanız olmaz mı? Koptular tabi. Neyse yavaş yavaş aksanlarına alışıyorum galiba, ama bazen öyle bir muhabbet ediyorlar ki, pinpon maçı izliyormuş gibi hissediyorum kendimi.

Alisia alem bir kadın, doktor artık çocuğun olmayacak demiş, o da bunun üzerine evlatlık bir çocuk almış, sonra birden kızına hamile kalmış ama o sırada tam eşiyle boşanma aşamasındalarmış, yaşadıklarını öyle güzel öyle abartarak anlatıyor ki, o anlatırken ben de yaşadım resmen, dedim ki sen mutlaka yaz bunları. Burada anlatamayacağım şeyler de anlattı bana, isteyene ayrıca özet geçerim. Neyse sonra hep birlikte eve geldik. İskoçya’dan gelen Jack bize İskoç yerel dansını öğretti. Herkes çok eğlendi, genel olarak çok mutlular, kafalar rahat, ruhlar rahat..
img_4046

Bilmiyorum belki ilk izlenimlerimdir bunlar. Yani hala her şey çok güzel gidiyor, aman maşallah diyelim..

Gönüllülükte İlk Günüm

Sabah erkenden kalktım, ekmek, reçel, mısır gevreği ve karpuzdan oluşan kahvaltımızı hiç laf etmeden güzel güzel yedim. Sabah ve öğlen herkes bulaşığını kendi yıkıyor, akşamlar ise kişilere paylaştırılmış durumda. Tabağımı yıkamaya lavaboya gittiğimde bir baktım ki millet su ve deterjan dolu lavaboya tabağını çatalını sokuyor, sonra hoop bulaşık sepetine. Dedim yanlış gördüm herhalde. Birini izledim, ikisini izledim hepsi öyle. Suyla durulama falan yok, tüm bulaşık sepeti köpükler içinde. Bi anda midem kalktı, Dan’e dedim ki siz burada bulaşıkları durulamıyor musunuz? Yoo genelde durulamayız dedi. Bunu öyle normal bir ifadeyle söyledi ki, ne gerek var dercesine. Gerçekten şok oldum, bu nasıl bir mantık anlayamadım. Zaten lavabodaki su da Allahlık, o sudan çıkan şeylerde yemek yediğim düşüncesi çok korkunç geldi. Sonra düşündüm ki restoranlarda kim bilir neler yiyoruz, hem bulaşık günümde herkesin tabağını çatalını hızlıca yıkamış olurum diyerek kendimi bu fikre alıştırmaya çalıştım ama hala düşündükçe kötü oluyorum.

Kahvaltıdan sonra Debs’le kaldığımız yere 45 dk. uzaklıkta bir kreşe gittik. Metal barakaların olduğu bir mahallede, prefabrik bir kreş. İnsanlar bu evlerde mi yaşıyor diyorsunuz. Kreşin karşılıklı iki sınıfı var. Birisi 0-3 yaş, diğeri daha büyükler için. Önce küçüklerle başladık. Tipleri görmelisiniz, sümükler akmış, üst baş dağılmış, dünyadan bir haber etrafa bakan kara kuzular. Kimisi emekliyor, kimisi yürüteçte, öbürü kumların içinde debeleniyor. Hiçbiri konuşamıyor, dediklerinizi de çok anlayamıyorlar. O yüzden iletişim kurmakta zorlandım. Beslenmelerine yardımcı olduk, birisine kucağımda yemek yedirirken uyuyakaldı.

Sonra karşıdaki sınıfa geçtik. Onlar beni görünce çok mutlu oldular. Birlikte oyunlar oynadık, doğru renkleri doğru yerlere koyma gibi oyunlar. Bu arada bu hafta yapacağımız tüm aktivitelerin programı geçen hafta gönüllüler tarafından belirlenmiş durumda. Biz de bu cuma günü önümüzdeki haftayı planlayacağız. Her şey çok sistematik.

Çocukların bir kısmı dibimden hiç ayrılmadı, hepsi birbirinden güzel. Bana dokunmaya, anlamaya çalışıyorlar. Yanlış anlaşılmasın, kızı da erkeği de yapıyor bunu. Onlarla vakit çok daha eğlenceli geçti. Sonra yemeklerini yediler ve öğle uykusuna yattıklarında biz de öğle yemeğimizi yemek için yanlarından ayrıldık.

Bu arada okulun çevresinde doğru düzgün tuvalet olmadığı için arabayla yakınlardaki African Impact ofisine gittik. Çocuklar plastikten yapılmış, taşınabilir klozetlere yapıyorlar ihtiyaçlarını. Neyse ofiste bir kızla daha tanıştım, sohbet ettik. Sonra Debs ile öğle yemeğimizi yemek için kumsala gittik.
img_3973

Eve uzak olduğumuz için Shecky sabahtan yemeğimizi hazırlıyor ve yanımıza veriyor. Evin yakınlarında çalışan gönüllüler ise öğle yemeği için eve geliyorlar. Menü yine çok zengindi, bir kutunun içinde sebzeli makarna, muz, elma, yoğurt ve kraker. Birçoğunu yiyemedim bile. Yemek sırasında manzaramız süperdi, karşımızda Atlas Okyanusu, ayaklarımız altında incecik kumlar, masmavi gökyüzü ve tertemiz bir hava.
img_3979

Debs’le uzun uzun muhabbet ettik. Ofiste gördüğüm kız Türk olduğumu söyleyince Marmaris’e geldiğini söylemişti bana, Debs de. İkisi de İngiliz. Dedim ki siz önceden tanışıyor muydunuz? Ne dese beğenirsiniz? Meğer 5,5 senedir sevgililermiş, Marmaris’e de birlikte gitmişler. Buraya işlerinden 1 sene izin alıp çalışmaya gelmişler. Bu nasıl iş Debs demedim tabi ki, her türlü sevgiye saygım sonsuz. Kim nasıl mutluysa öyle yaşasın.

Öğle yemeğimiz sonrasında Masuphumelele Kütüphanesi’ne geldik. Burası daha çok okuldan çıkan küçük çocukların aileleri evlere dönünceye kadar oyalandıkları bir yer. Etraf güvenli olmadığı için çocukların burada vakit geçirmesini istiyorlar.
85311-img_3988

da873-img_3992

Buradakiler acayip tatlılardı. Hepsi teacher, teacher diye sesleniyor, kucağıma oturmaya çalışıyor, sarılıyor, sürekli tepemdeler. Çok sevdim onları. Bir sürü oyunlar oynadık birlikte. Gerçekten çok güzel vakit geçirdik ama canım çıktı o ayrı tabi. Performansım beklediğimden daha iyi galiba, buna sevindim.
img_3991

Sonra yine bir 45 dk. kadar araba sürerek evimize geldik. Farklı farklı projelerden gönüllüler doluşmaya başladı eve yine. Yemeğimizi yiyip haftasonunu nasıl geçirebiliriz, çevrede ne gibi aktiviteler var onlardan konuştuk. Cape Town tam bir aktivite cenneti, sörf, sand boarding, bungee jumping, sky diving, köpek balığı dalışı, safari vs vs. Ne ararsanız var. Şimdilik tüm bu aktivitelere gözlemci olmayı tercih ediyorum, zaten gönüllülük sonrasında katılacağım tur da oldukça dolu geçecek gibi gözüküyor.

Sonra yeni kankalarımla, Jennifer ve Tim, çevreyi dolaşmaya çıktık. Üçümüz de dün geldiğimiz için birlikte keşfediyoruz her şeyi. Akşam karanlık olduktan sonra tek başına çıkmak zaten tehlikeli. O yüzden birlikte takılıyoruz. Bir kafede oturup muhabbet ettik. Jennifer İngiliz olduğu için çocuklar ona yaklaştığında ilk başta ne yapacağını şaşırmış. Çünkü İngiltere’de çocuklara izinsiz dokunmak, kucağa almak yasakmış. Sonra sonra alışmış, ikisi de çok mutluydular. Birileri için bir şeyler yapmak, başkalarını mutlu ederek mutlu olmak gibisi yok.

Düşünüyorum da bugünüm yaşa yaşa bitmedi. Eve gelip hala bir şeyler yazmak için vaktimin olması inanılmaz. Zaman ne kadar göreceli bir kavram, farklı hayatlar yaşayınca anlıyor insan bunu.

Yarın sabah başka bir okula gideceğim, öğleden sonra ise daha çok zarar görmüş çocukların olduğu bir bakım evine. Bu arada ilk hafta gönüllülerin fotoğraf çekmesi yasak, projelere konsantre olmamızı istiyorlar. O yüzden çok fazla fotoğraf çekemedim. Kara kuzuların resimlerini önümüzdeki günlerde paylaşmayı umuyorum. Bugünlük anlatacaklarım bu kadar, sizlerden pozitif yorumlar aldıkça çok hoşuma gidiyor. Buraya geleceğimden haberi olmayan insanlar bile mesajlar atıyor, moral veriyorlar bana. Ne diyim en kötü günüm böyle olsun, tekrar görüşmek üzere..

Heyoo Ben Geldim!

Sıcacık bir Cape Town akşamından herkese merhaba!! Şu anda ranzamda uzanmış bir biçimde size bunları yazarken kafamı toparlamaya çalışıyorum. Henüz gönüllülük işi başlamamış olsa da öyle dolu dolu bir gündü ki, nereden başlasam nasıl anlatsam bilemedim.

Saat 13:00 civarlarında uçaktan indiğimde Debs beni elinde ismimin yazılı olduğu bir tahtayla bekliyordu. Havaalanlarında elinde isim tutan insanları gördükçe, bir gün biri de benim ismimi tutacak mı acaba diye düşünürdüm. Demek ki o gün bugünmüş. Sohbet ederek arabaya doğru yürüdük. Hava öyle sıcaktı ki, ayağındaki parmak arası terlikleri görünce mutlu oldum, ben de artık giyebileceğim diye. Nasıl ağır bir İngiliz aksanı var, dedim ki burada herkes böyle konuşuyorsa yandık.

Sonra gönüllülerin konakladığı eve geldik. Mahallemizin adı Observatory, yani rasathane. Eski rasathanenin olduğu, Cape Town Üniversitesi’nin yakınında, şirin bir semte benziyor. Evimiz tek katlı, bir sürü odalı, ortasında bir oturma odası ve Amerikan mutfağı olan tam bir öğrenci evi.
5e8c1-22b022b20162b-2b6

c0b89-22b022b20162b-2b1

Eve girer girmez burnuma yemek kokuları geldi. Mutfakta siyahi bir adam yemek pişiriyor, kanepelerde de bugün gelen gönüllüler sohbet ediyordu. Tüm ev halkıyla tanıştım. Sonra hemen bahçede beyaz tahta önünde oryantasyona başladık. Dan bize 4 saat kadar Güney Afrika’nın ırkçı siyasi geçmişinden (Apartheid) tutun da, konuşulan dillerinden (11 resmi dili var), HIV/AIDSten, çocuklara nasıl davranmamız gerektiğinden, evdeki bulaşık yıkama kurallarına kadar bir sürü konuda bir sürü şey anlattı.
51708-image4

Aslında uzun uzun yazmak isterdim, bir sürü ilginç şey öğrendim ama hepsini anlatabilmek için sabaha kadar yazmam gerekebilir. Saat 17:30 olunca diğer gönüllüler çalıştıkları yerlerden geldiler. Evin içi bir anda curcunaya döndü. Çoğu İngiliz, aralarında Kanadalı, İskoç ve Avusturalyalı birkaç kişi daha var. 18:00’de hep birlikte öğlen kokusu gelen yemeklere yumulduk. Zimbabve’li Shecky döktürmüş gerçekten. Yemeklerimizi o yapıyor, karısı da çamaşır, temizlik gibi evin diğer işleriyle ilgileniyor. O güzel yemeğin üzerine bana içinde iki tane ranzanın olduğu ama tek başıma kalacağım bir oda vermesinler mi? Dedim ki ohh her şey iyi gidiyor.

Yemekten sonra hızlıca mahalleyi gezdik. Daha sonra 30 senedir Güney Afrika’da yaşayan, Güney Afrika’lı bir eşi olan Yunus Bey beni gelip aldı ve evlerine götürdü. Ortak bir tanıdığımız bu projeye başvurduğumda bizi tanıştırmıştı. Yunus Bey buraya gelmeden önce bana her konuda o kadar yardımcı oldu ki, bu dünyada böyle insanlar da varmış dedirtti. Eşi ve çocuklarını tanıyınca onları da çok sevdim. Eşi Cape Town Üniversitesi’nde profesör ve Güney Afrika’da yılın kadını seçilmiş biri. Hep birlikte keyifli bir akşam geçirdik. Kendimi evimdeymiş gibi hissettim.

O kadar uzun yoldan ve yaşadıklarımdan sonra şu anda gözlerim fena halde kapanıyor. Yarın erkenden okullara gideceğiz ve sonunda kara kuzulara kavuşacağım. En iyisi biraz enerji toplayım, şimdilik iyi geceler..
6fd36-22b022b20162b-2b4

f89bc-image22b252812529

Yardıma Mı Gidiyorum Yoksa Askere Mi?

Uçağa binmeyi beklerken bir de yurttan ayrılış seremonilerimi yazmak istedim. Gitme vakti yaklaştıkça yavaş yavaş çevremdeki herkes gideceğimi öğrenmiş oldu. Meğer ne çok insan buralardan gitmek istiyormuş, ne çok kişinin böyle hayalleri varmış. Son zamanlarda öyle güzel tepkiler aldım ki inanamazsınız. Her ne kadar ailem hala ne işin vardı oralarda dese de, birçok kişi benimle gurur duyduğunu, başkalarına örnek olacak bir şey yaptığımı söyleyerek tebrik ettiler beni. Hatta daha önce haberim olsa kesin seninle gelirdim diyenler, bir sonrakine beni unutma diyenler, yaptığımı duyduktan sonra hayatlarına ilişkin yeni kararlar aldıklarını söyleyenler bile oldu. İnsanları hayallerini gerçekleştirmeleri için azıcık da olsa teşvik ettiysem ne mutlu bana.

Sanki çok uzun süre gidiyormuşum gibi iş yerinde herkesle sarılıp vedalaştık. Akrabalarımla görüşüp kucaklaştık. Hatta arkadaşlarımdan bir kısmı ile bir akşam veda yemeği bile yedik. İşleri biraz abarttık galiba, kendimi askere gidiyormuşum gibi, bir daha dönmeme ihtimalim varmış gibi hissettim. Dedim ki ne güzel bir ortamım varmış benim, arkadaşlarım, dostlarım, ailem; inşallah sağ salim dönerim diye düşündüm. Ohhh her şeyden çok uzaklarda olacağım düşüncesi, yaa burası da aslında çok güzelmişe dönüşmeye başladı yavaş yavaş..

Öbür yandan projedekiler de o kadar ilgiliydi ki, her gün bana mail attılar, seninle buluşmak için sabırsızlanıyoruz, seni havaalanından alacağız, gelmeden şunlara dikkat et, en ufak bir sorun olursa bize söyle vs vs. Gerçekten güven veriyorlar, umarım orada da işler bu şekilde ilerler. Sonuçta diyorum ki beni orada bir şeyler bekliyor. Bu kadar yolu o yüzden gidiyorum, gidip beni bekleyen şeyi görmek için, onu yaşamak için. Birazdan uçağım kalkacak. Midemde kelebekler uçuşuyor. Umarım her şey yolunda gider ve bundan sonraki yazımı sizlere çok çok uzaklardan gönderebilirim. Şimdilik bana iyi yolculuklar, en kısa zamanda görüşmek üzere..

Gerçekten O Gün Geldi Mi?

İnanamıyorum, sonunda hazırlıklar bitti galiba!! Nasıl oldu, o tarih ne zaman geldi, o koşturmacalı günler nasıl geçti hiçbir şey anlayamadım.

Hazırlıkların ikinci kısmında daha çok kara kuzularla yapılacak aktivitelere ve onlara alınacak hediyelere yoğunlaştım. Gönüllülük için başvurumu yaptığımda bana gelmeden önce çalışmamda fayda olacak şeylerin listesini ilettiler. Oynanacak oyunlar, söylenecek şarkılar, sorulacak sorular vs vs.. Ailenin en küçüğü olduğum için ve çocuğum da olmadığı için konuya fazlaca uzaktım aslında. Evet bir sürü yeğenim var, bir sürü arkadaşımın da çocuğu. Ama benim bugüne kadar oturup bir çocukla oyun oynamışlığım olmadı hiç, iki yanak alıp kaçanlardanım. Öyle sabırla oturup, vakit ayırıp çocuklarla oynamak bana hep zor gelmiştir. O yüzden hazırlıklar da benim için bir o kadar zorlu geçti. Minikler ne sever, neden hoşlanır, ne gibi faaliyetler yapar hiçbir fikrim yoktu.

İnternetten şarkılara çalışıp, videolar izledim bol bol. Öyle çocuk şarkısı deyip geçmeyin bazıları zor oluyor gerçekten de. İtiraf etmeliyim ki dilimin dönmediği, pes ettiğim şarkılar bile oldu, hani şu tekerleme gibi olanlardan. Adam asmaca neydi, seksek nasıl oynanıyordu, elişi kağıtlarından kedi köpek nasıl yapıyorduk, hepsine çalıştım. Hatta bir gün lise öğretmenim aracılığıyla birkaç saatliğine bir kreşe bile gittim. Ortamlarını görmek, pratik fikirler edinmek, tüyolar almak için. Sonra bir an durdum düşündüm, dedim ki Allahım ben napıyorum, biri bana büyü falan mı yaptı acaba 🙂

Hediye alışverişine gelince çevremden de pek çok kişi gittiğimi öğrendiğinde ne alabiliriz, ne yapalım, bizim de bir faydamız dokunsun diye yardımda bulunmak istedi. Ancak proje koordinatörüyle yazıştığımda kurallar gereği direkt çocuklara hediye verilmesine izin verilmediğini ama okula alınacak kitap, oyun, faaliyet malzemeleri gibi şeylere ihtiyaçlarının olduğunu öğrenmiş oldum. Düşününce gerçekten haklılar, sürdürülebilir, uzun soluklu bir ilişki kurmanın yolu çocuklara hediye vermekten değil, eğitimlerine en güzel şekilde katkı sağlamaktan geçiyor.

O yüzden gramafon kağıdıydı, şönildi, oynar gözdü unuttuğum veya daha önce hiç duymadığım malzemelerin dünyasında buldum kendimi. Bu aşamada bana destek olan anne arkadaşlarıma ne kadar teşekkür etsem az. Evlerinde yaptıkları faaliyetlerin resimlerini gönderdiler, çocuklarının kreşlerinde yaptıkları şeylerden bana fikir verdiler, hatta bazı malzeme ve kitapları kendileri bulup aldılar. Anlayacağınız her şey büyük bir dayanışma ve zevk içinde yapıldı. Şimdi bütün bu eşyalar valizlere yerleştirildi, minik ellere kavuşmayı bekliyorlar heyecanla..
img_3914