Kara Kuzularla Son Günüm

Bugün gönüllülükte son günümdü. Dan evden çıkmadan önce son günü olanlara çocukların yanında ağlamayın, sizi ağlarken görmesinler dedi. Yok canım, ağlanacak ne var diye düşündüm ne yalan söyleyeyim.

Zaten cumaları yarım gün. Kreşin en küçükleriyle geçiriyoruz günümüzü. Bugün orta yaştaki çocukların öğretmenleri yoktu, o yüzden onlar da katıldılar bize. Öğretmen derken hiçbiri gerçek öğretmen değil aslında. Sadece çocuklarla ilgilenen kişiler. Çocuklara bir şeyler öğretirken görmedim hiç onları. Yemeklerine yardımcı oluyorlar, küçüklerin altlarını değiştiriyorlar o kadar. Bu arada yemek hazırladıkları masa ile alt değiştirdikleri masa aynı! Ayrıca kreşlerde sabun diye bir şey de görmedim. El yıkamak sadece eli suya tutmaktan ibaret. Çok ilginç bir şekilde çocuklar hiç su içmiyorlar burada. Hava o kadar sıcak ki, güneşin altında da oynuyorlar ama suluklarında sadece meyve suları var. Evlerinde su yok mu diye sordum, var ama beslenme alışkanlıkları bu şekildeymiş.

Buranın sorunu diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi açlık değil aslında. Sağlıklı beslenme. Happy Africa bu konuda elinden geleni yapıyor, kreşlere maddi olarak destek oluyor, sağlıklı gıdalar alınmasını sağlıyor ama evdeki yetişkinlerin de eğitilmesi gerekiyor bence. Çocukların ara öğünlerinde beslenme çantalarından çıkarttıklarına baktığımda hep renkli, şekerli yoğurtlar ve baharatlı krakerler görüyorum. Bugün İsviçreli yaşlı bir çift kreşe gelerek kutu kutu üzüm getirdiler. Çocuklar üzümlere bayıldılar. Böyle küçücük iyilikler ne kadar kıymetli aslında.

Yine oyunlarla, şarkılarla zamanı çabucak geçirdik. Artık bir çoğunun ismini biliyorum, onlar da beni tanıyorlar. Biz daha kreşe girmeden kapıda gördükleri anda kıyamet kopuyor zaten. Gitmeye yakın eşyaları kutulara yerleştirmeye başlarken boğazım düğümlendi. Dedim ki bir daha hiçbirini göremeyeceğim, inşallah sağlıklı bir şekilde büyüyüp mutlu insanlar olurlar. Arabaya oturduğum anda da gözyaşlarıma engel olamadım. Demek ki düşündüğüm kadar kolay bir iş değilmiş. Onları gerçekten çok çok özleyeceğim.
img_4533

img_4566

Eve geldiğimizde öğle yemeğimizi yedik ve ardından önümüzdeki hafta okullarda yapılacak aktiviteleri planlamaya başladık. Benim projemde önümüzdeki hafta çalışacak gönüllü yok. O yüzden 5 gün yerine 2 gün okullara gidilecek. Gönüllüler olmayınca African Impact çalışanları her işe yetişemiyor. Böylece gönüllülüğün ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış oldum.

Planlamalar bitince evde bize temizlikte yardımcı olan Jane’in doğum gününü kutladık hep birlikte, çok mutlu oldu. Shecky ve Jane bütün gün evde işleri yaptıktan sonra kendi evlerine gidiyorlar. İkisi de işlerinde çok başarılılar.
363dc-132b022b20162b-2b1

Akşam yine evde kağıt oynayarak geçirdik zamanımızı. Burada çok değişik oyunlar öğrendim. Başlarda niye çıkmıyoruz, evde oturup ne yapacağız diye düşünürken evde birlikte vakit geçirmekten bayağı zevk almaya başladım.

Yarın evden birkaç kişi çevredeki üzüm bağlarını gezmeye gideceğiz. Pazar günü için de Robben Island’a biletlerimizi aldık. Böylece bugünden itibaren maceranın tatil kısmı da başlamış oldu. Pazartesi günü sabah Garden Route Turu için firma beni evden alacak. Herkes bu turu çok methediyor burada. Bakalım nasıl bir turmuş, merak ediyorum. Günler güzel geçsin ama çabucak bitmesin istiyorum..

Meğer Burası Bir Cennetmiş

Herkese merhaba! Birkaç gündür yazamadım, bir sürü konu birikti. Öncelikle kısaca perşembe ve cuma gününden bahsedeyim. Kara kuzularla her şey çok güzel gitti. Oyunlar, şarkılar, diğer tüm aktiviteler.. Onların eğitimlerine katkıda bulunmanın yanı sıra yedikleri ara öğünler ve öğle yemekleri de African Impact’le iş birliği içinde olan Happy Africa tarafından karşılanıyor. Ara öğünlerinde meyve verilmesi, öğle yemeklerinde besin değeri yüksek yemekler pişirilmesi için kreşlere para ödeniyor. O yüzden yapılanlar her açıdan çocuklara fayda sağlıyor.
7a771-image2

6828e-image3

Cuma günü okullara yarım gün gidiliyor. Öğleden sonra tamamen planlama için ayrılmış durumda. Önümüzdeki hafta yapılacak aktiviteleri günü gününe, saati saatine planlıyoruz. Başta kolay bir iş gibi düşünmüştüm ama işin içine girince ne kadar ciddi olduğunu anladım. Yaklaşık 3,5 saat kadar planlama yaptık. Ne yaptınız o kadar derseniz, öncelikle önümüzdeki haftanın konusu belirlendi. Sonra o konuyla ilgili kitaplar bulundu, resimler çizildi. Her okula hangi gün ne anlatacağız, gideceğimiz sınıfta kaç masa var, her masada oynanacak oyun ne olacak gibi detaylı planlamalar yapıldı. Getirdiğim origami örnekleri için kağıtlar kesildi, birer tane örnek yapıldı vs. Evde herkes kendi projesiyle ilgili hummalı bir şekilde çalıştı. En son çıkan planlar koordinatörler tarafından gözden geçirildi ve imzalandı. Sonra hazırlanan tüm oyuncaklar, kitaplar, eşyalar her projenin kutusuna yerleştirildi. Okullara bu kutuları alarak gidiyoruz. Çocuktur, iki oyun oynarsın, sonra biraz yap boz yaparsın diye düşünürken, işlerin ne kadar ciddi olduğunu görmüş oldum. İngiliz tarzı bu olsa gerek.
3a225-paragraf_2_evdeki_haz25c425b1rl25c425b1klar

Onun dışında evde her şey yolunda. Komün hayatı fazlasıyla sevdiğimi söyleyebilirim. Bir de gece tuvalete giderken yerde ve mutfak mermerinin üzerinde gördüğüm böcekler olmasa her şey müthiş olacak. Küçüklerin yanı sıra hamam böcekleri de var. Gündüz ortalarda gözükmüyorlar, gece oldu mu hepsi ayakta. Yokmuşlar gibi davranmaktan başka çarem yok. Onun dışında akşamları yemekten sonra evde çeşitli oyunlar oynuyoruz. Daha önce ismini hiç duymadığım kağıt oyunları ve diğer oyunlar. Örneğin şu anda bir hafta süreyle bir oyun oynanıyor evde. İsmi “Assassin” yani “Suikastçı”. Bir tane oyun kurucu var. Herkese evdeki birinin ismini veriyor. Sonra bir kaseden evin içindeki bir yer adı çekiyoruz ve diğer kaseden de bir obje çekiyoruz. Bize verilen isme, çektiğimiz yerde çektiğimiz objeyi verirsek o kişiyi öldürmüş oluyoruz. Bana Jennifer, kanepe ve kriket sopası çıktı. Yani Jennifer’a kanepede otururken kriket sopasını vermem lazım. Eğer onu öldürmeyi başarırsam onun kurbanını devralıyorum. Oyun tek kişi kalana kadar devam ediyor. O yüzden evde kimse kimseden bir şey almak istemiyor. Oturma odasında herkesin isminin yazılı olduğu bir tahta var, insanlar öldükçe üzerlerine çarpı atılıyor. Sabah bir kalkıyorsunuz birinin üzerinde çarpı var. Ne oldu, kim, nasıl öldürdü diye soruyorum öyle komik hikayeler çıkıyor ki gülmekten ölüyorum. Neyse ki şimdilik hala hayattayım, bakalım daha ne kadar dayanabileceğim.

Cape Town’a gelirsek, burası Afrika değil cennetin tam ortası.. Haftasonu okullar kapalı olduğu için gönüllüler vaktini çevreyi gezerek geçiriyorlar. Yapacak bir sürü aktivite, gidilebilecek çeşit çeşit turlar var. Haftasonu bizim ev halkının bir kısmı safari, sky diving gibi turlar satın aldılar. Benim gönüllülük sonrası yapacağım tur zaten bunları içeriyor. O yüzden ben Yunus Bey’lerle takılmayı tercih ettim, kendisi 30 senedir burada yaşadığı için her şeye fazlasıyla hakim.

Cuma günü akşam benim bulaşık yıkama günümdü. Bulaşıkları yıkadıktan sonra Yunus Bey beni almaya geldi. Önce arabayla Signal Hill denen tepeye çıktık. Burada güneşin batışını izledik. O kadar kalabalıktı ki. Herkes şaraplarını, içeceklerini almış, tepeye oturmuş keyifli keyifli manzarayı izliyor. Güneş battıktan sonra da alkışlıyorlar. Dedim ki yaşamak böyle bir şey olmalı.
6137a-image2

b53ae-image3

Oradan da Waterfront’a gittik, bir diğer adıyla kordon. Restoranlar, barlar, canlı müzikler, ışıl ışıl bir dönme dolap, ortam harika. Bir restoranda balık yedik. Garsonumuz çok komikti. Türk olduğumuzu öğrenince, 70’li yıllarda Türkiye’de gezdiği yerleri anlattı bize. Kapadokya, Konya, Ankara, İstanbul vs. Ben Ankara’dan geldiğimi söyleyince yüzünü buruşturup, hala o kadar sıkıcı mı diye sordu. Ne desem bilemedim. Konya’da bir sabah uyanmış dışarı çıkmış, sokaklar bomboş. Sağa bakmış kimse yok, sola bakmış kimse yok. Oteldekilere sormuş, kimse İngilizce bilmediği için anlaşamamışlar. Şoka girmiş, kabus gibiydi diyor. Sonradan öğrenmiş ki ülkede nüfus sayımı var. Bir de her şeyi öyle tiyatral bir şekilde anlatıyor ki, çok güldürdü bizi.

Dün sabah ise dünyanın 7 doğa harikasından biri olan Masa Dağı’na çıktık. Dağa yürüyerek veya teleferikle çıkabiliyorsunuz. Biz teleferikle çıkıp, dağın üzerinde yürümeyi tercih ettik. Dağ gerçekten masa gibi dümdüz. Manzarası öyle güzel ki, insan kendini kuşlar gibi özgür hissediyor. 2 saat kadar vakit geçirdik orada. Hava oldukça sıcaktı. Güneş kremlerimiz, şapkalarımız, gözlüklerimiz olmasa zorlanabilirdik. Biz dağdayken Ankara’dan arkadaşlarım, ailem kar resimleri gönderdiler. Ankara bembeyaz olmuş. Kar resimlerde çok güzel gözüküyor gerçekten ama ben sıcağı her zaman soğuğa tercih ederim. Güneş, aydınlık, sıcaklık yaşam enerjimi arttırıyor, hayata bağlıyor beni.
img_4162

img_4166

df112-image3

Öğleden sonra ise arabayla yarımada turu yapıp, neredeyse her koya uğradık. Burada birbirinden güzel kumsallar var. Bazı koylarda ayaklarımı denize soktum, su buz gibiydi, girmek imkansız. Daha sıcak olanları da var. Ama genel olarak kumları, kumsalları, manzaraları harika. Gözlerimle görmesem buranın Afrika olduğuna inanmazdım.
img_4208

img_4227

img_4241

Bizim yaşamlarımızın en büyük eksiği bence doğa. Birbirine yakın apartman dairelerinde hayatımızı geçirmek yaradılışımıza aykırı diye düşünüyorum. Doğadan uzak yaşayan bir insanın ne bedenen ne de ruhen sağlıklı olabileceğine inanıyorum. Buraları görünce bir kez daha düşündüm ki bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Neyse bir gün çözebiliriz inşallah diyelim.

Bugünkü planımız Ümit Burnu’na gitmek. Hani şu Coğrafya derslerinde anlatılan Ümit Burnu. Yakınında penguenlerin olduğu kumsala da uğrayacağız. Oldukça heyecanlıyım, bakalım bizi neler bekliyor?