Kara Kuzularla Son Günüm

Bugün gönüllülükte son günümdü. Dan evden çıkmadan önce son günü olanlara çocukların yanında ağlamayın, sizi ağlarken görmesinler dedi. Yok canım, ağlanacak ne var diye düşündüm ne yalan söyleyeyim.

Zaten cumaları yarım gün. Kreşin en küçükleriyle geçiriyoruz günümüzü. Bugün orta yaştaki çocukların öğretmenleri yoktu, o yüzden onlar da katıldılar bize. Öğretmen derken hiçbiri gerçek öğretmen değil aslında. Sadece çocuklarla ilgilenen kişiler. Çocuklara bir şeyler öğretirken görmedim hiç onları. Yemeklerine yardımcı oluyorlar, küçüklerin altlarını değiştiriyorlar o kadar. Bu arada yemek hazırladıkları masa ile alt değiştirdikleri masa aynı! Ayrıca kreşlerde sabun diye bir şey de görmedim. El yıkamak sadece eli suya tutmaktan ibaret. Çok ilginç bir şekilde çocuklar hiç su içmiyorlar burada. Hava o kadar sıcak ki, güneşin altında da oynuyorlar ama suluklarında sadece meyve suları var. Evlerinde su yok mu diye sordum, var ama beslenme alışkanlıkları bu şekildeymiş.

Buranın sorunu diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi açlık değil aslında. Sağlıklı beslenme. Happy Africa bu konuda elinden geleni yapıyor, kreşlere maddi olarak destek oluyor, sağlıklı gıdalar alınmasını sağlıyor ama evdeki yetişkinlerin de eğitilmesi gerekiyor bence. Çocukların ara öğünlerinde beslenme çantalarından çıkarttıklarına baktığımda hep renkli, şekerli yoğurtlar ve baharatlı krakerler görüyorum. Bugün İsviçreli yaşlı bir çift kreşe gelerek kutu kutu üzüm getirdiler. Çocuklar üzümlere bayıldılar. Böyle küçücük iyilikler ne kadar kıymetli aslında.

Yine oyunlarla, şarkılarla zamanı çabucak geçirdik. Artık bir çoğunun ismini biliyorum, onlar da beni tanıyorlar. Biz daha kreşe girmeden kapıda gördükleri anda kıyamet kopuyor zaten. Gitmeye yakın eşyaları kutulara yerleştirmeye başlarken boğazım düğümlendi. Dedim ki bir daha hiçbirini göremeyeceğim, inşallah sağlıklı bir şekilde büyüyüp mutlu insanlar olurlar. Arabaya oturduğum anda da gözyaşlarıma engel olamadım. Demek ki düşündüğüm kadar kolay bir iş değilmiş. Onları gerçekten çok çok özleyeceğim.
img_4533

img_4566

Eve geldiğimizde öğle yemeğimizi yedik ve ardından önümüzdeki hafta okullarda yapılacak aktiviteleri planlamaya başladık. Benim projemde önümüzdeki hafta çalışacak gönüllü yok. O yüzden 5 gün yerine 2 gün okullara gidilecek. Gönüllüler olmayınca African Impact çalışanları her işe yetişemiyor. Böylece gönüllülüğün ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış oldum.

Planlamalar bitince evde bize temizlikte yardımcı olan Jane’in doğum gününü kutladık hep birlikte, çok mutlu oldu. Shecky ve Jane bütün gün evde işleri yaptıktan sonra kendi evlerine gidiyorlar. İkisi de işlerinde çok başarılılar.
363dc-132b022b20162b-2b1

Akşam yine evde kağıt oynayarak geçirdik zamanımızı. Burada çok değişik oyunlar öğrendim. Başlarda niye çıkmıyoruz, evde oturup ne yapacağız diye düşünürken evde birlikte vakit geçirmekten bayağı zevk almaya başladım.

Yarın evden birkaç kişi çevredeki üzüm bağlarını gezmeye gideceğiz. Pazar günü için de Robben Island’a biletlerimizi aldık. Böylece bugünden itibaren maceranın tatil kısmı da başlamış oldu. Pazartesi günü sabah Garden Route Turu için firma beni evden alacak. Herkes bu turu çok methediyor burada. Bakalım nasıl bir turmuş, merak ediyorum. Günler güzel geçsin ama çabucak bitmesin istiyorum..

Hayatı Basitleştirmek

Bugünkü gündemim hayatı basitleştirmek. Ona geçmeden önce gün içinde yaptıklarımdan kısaca bahsedeyim. Sabah kuzularla her şey yine çok güzel gitti. Onlara hikayeler okudum, birlikte şarkılar söyledik, bu haftaki konumuz aile olduğu için anneden, babadan, kardeşlerden bahsedip onların resimlerini çizdik, sonra hep birlikte boyadık.
img_4487

Öğle arasında Sandiso beni mahallelerindeki bir ızgaracıya götürdü. Yolun kenarında, bir odanın içinde bir fırın düşünün. Kapısı bile yok, içerisi duman kaplı. Dolaptan istediğiniz etleri seçiyorsunuz ızgaraya atıyorlar, sonra tepside önünüze geliyor. Üzerine birkaç sinek konsa da, ortam çok çok salaş olsa da etler bayağı lezzetliydi. Ellerinizle yiyorsunuz. Bir koca biftek 2 büyük tavuk kanadı için 3-4 lira gibi bir şey ödedim.

Buranın para birimi Rand, 1 Türk Lirası 5 Rand’ın üzerinde. Avrupa’dan Amerika’dan sonra insan kendini iyi hissediyor. Ama onlar için korkunç tabi. Sandiso’yla konuşuyorum da buradaki yerlilerin yurt dışına çıkması çok zor. Bugünlerde 1 Avro yaklaşık 18 Rand. Biz 3 katıyken bile zorlanıyoruz, onlar için 18 katı olduğunu düşününce insan üzülüyor gerçekten de.

Yemeğimizi yedikten sonra kütüphaneye gittik. Bugün mahalle sakindi, bir problem yoktu. Okuldan çıkan çocuklar sokaklarda vakit geçirmek yerine doğruca kütüphaneye geliyorlar. Onların minik üniformalar içinde teker teker kapıdan içeri girişlerini görünce bayılıyorum. Bugün yine bir sürü şey yaptık birlikte, günümüz oldukça eğlenceli geçti ama valla pestilim çıktı. 40’a yakın çocuk var. Hepsiyle birazcık vakit geçirdikten sonra insanda ne hal kalıyor ne de ses. Ama yine de ayrılırken ortama şöyle bir baktım, çok özleyeceğim hepsini..
img_4498

img_4504

Perşembe günleri evde yarışma günü. Bu iş için her hafta birisi görevlendiriliyor ve o kişi evde oynanacak oyunları belirliyor. Bu hafta Jack çok güzel hazırlanmış, akşam iki takıma ayrıldık ve bir sürü oyun oynadık. Yerde oturarak balonla voleybol oynama, gargara yaparak şarkı söyleme, elden ele buz taşıma gibi ne kadar saçma şey varsa hepsini yaptık. Acayip eğlenceliydi. Onlardan bir sürü şey öğreniyorum. Bazı öğrendiklerime ağzım açık kalıyor. Dışarıda nasıl bir dünya varmış inanamıyorum. Yine burada detay veremeyeceğim ama isteyen olursa detaylı anlatırım.
c6f93-img_4521

img_4482

7a73e-112b022b20162b-2b1

Son olarak hayatı basitleştirmeye gelirsek, bugün bize African Impact ofisinden Kate katıldı. İşe yeni başlamış. Doğrudan çocuklarla çalışmayacak olsalar bile ofiste işe başlayanları projeleri öğrenmeleri için ekiplerle birlikte okullara gönderiyorlar. Onlar için bir çeşit oryantasyon. Kate benim yaşlarımda bir İngiliz. Babası Güney Afrika’lı ama aktivist olduğu için yıllarca Güney Afrika’ya girmeleri yasaklanmış. Yasak bitince bir gün buraya geliyorlar ve Kate buraya hayran kalıyor. Eşi de kendisi gibi İngiliz. İkisi de işi gücü bırakıyor ve buraya yerleşiyorlar, 4 yıldır buradalar. Neyse hikayeleri kısaca böyle, asıl bundan sonra anlattıkları benim duygularıma tercüman oldu. Diyor ki İngiltere’de ikimiz de çok iyi para kazanıyorduk ama kazandığımız parayı saçma sapan şeyler için harcıyorduk. Yeni bir saat, yeni kıyafetler, aslında ihtiyacımız olmayan bir sürü başka şey.. Buraya geldik, çok daha az kazanıyoruz ama harcamıyoruz da. Burada para harcamayı gerektirecek hiçbir şey yok. Hayatımız çok basit, kıyafetlerimiz basit, evimizde ütü bile yok.. Şu gökyüzüne bir baksana, gökyüzü bile burada daha büyük diye anlatmaya devam ediyor ki, ben araya giriyorum. Tamam Katecim mesele anlaşıldı, istersen konuyu daha fazla derinleştirmeyelim diyorum.

Gerçekten de hayatımızı ne kadar zorlaştırıyoruz biz. Her şeyi ne kadar ciddiye alıyoruz. Kendimizi ne kadar çok önemsiyoruz. Aslında her şey o kadar basit olabilir ki. Bugün ben Kate’in gözlerindeki o parıltıyı gördüm ve o koca gökyüzüne bakıp derin bir iç çektim…

Sürprizlerle Dolu Bir Gün Daha

Allahım her yerimi böcekler yedi. Bacaklarımda belimde bir sürü kızarıklık var. Dün akşam başladı, gitgide sayısı arttı. Birisi duruyor, öbürü kaşınıyor, kaşı kaşı geçmiyor. Kızarmak kaşınmak sorun değil de ne ıssırdı, üzerimde neler gezindi düşüncesi korkunç. Evdekilere sordum, hepsi benim de buramı yedi, benim de şuramı yedi diye vücutlarını gösteriyorlar. Takılmıyorlar fazla. Gece sürekli uyanıp uyanıp yatağımın içini ve odamı kontrol ettim ama hiçbir şey göremedim. Neyse ki yanımda bunun için krem ve antihistaminik ilaç getirmiştim. Bugün markete gidip böcek ilacı da aldım. İnşallah işe yarar.

Sabah yine kreşimize gittik. Gittiğim yerlerde her gün bana eşlik eden çalışan değişiyor. Bu hoşuma gidiyor, yolumuz uzun zaten, hepsiyle farklı şeyler konuşarak gidiyoruz. Bugün de kuzularla tüm aktiviteleri planlara uygun olarak gerçekleştirdik.
img_4427

Sonrasında öğle yemeğimizi yemek için yakınlardaki Fish Hoak Beach’e gittik. Hava çok sıcaktı ama okyanus kenarları bayağı esintili oluyor. Kendimize uygun bir yer bulup oturuyoruz. Sonra da evde hazırlanan yemeklerimizi açıp yiyoruz.
af549-img_4461

Yol üzerinde Güney Afrika’da sörfün doğduğu yer olarak bilinen Muizenberg kasabasından geçtik. Okyanus dalgaları öyle büyülü gözüküyordu ki, manzarasına hayran kaldım.
img_4270

Sabahları gittiğim 2 ayrı kreş, öğleden sonraları gittiğim bir kütüphane, iki de ev var. Yani 5 gün boyunca belirlenen günlerde 5 ayrı mekana gidiyorum. Farklı mahalleleri, farklı ortamları görme şansım oluyor. Bugün öğleden sonra kütüphane günüydü. Ama kütüphanenin olduğu mahalleye gittiğimizde sokaklar polis doluydu. Bir şeylerin ters gittiği belliydi. Kütüphane görevlisiyle konuştuğumuzda okullarla ilgili bir protesto olduğunu ama kütüphanede bir sorun olmayacağını söyledi. Bana eşlik eden Güney Afrika’lı Sandiso ise mahallenin güvenli olmadığını, neler olacağını bilemeyeceğimizi söyleyerek beni diğer bir projenin yürütüldüğü mahalleye götürdü. Böylece orayı da görmüş oldum.

Burası GAPA (Grandmother Against Poverty and AIDS) adında bir kuruluşun yeri. Devlet tarafından maddi olarak destekleniyor. Amaç çocukların okullarından çıktıktan sonra güvenli bir şekilde vakit geçirmelerini sağlamak. Çocuklar ilkokul, ortaokul çağlarında. African Impact de bu amaçla yanında oyuncaklar ve malzemeler getirerek çocuklarla hem içeride hem de dışarıda yapılacak aktiviteleri gerçekleştiriyor. Bugün hava o kadar sıcaktı ki, dışarıda çocukların burunları kanamaya başladı. O yüzden içeriye almaya çalıştık ama içerisi de o kadar büyük değil. Ortamı görseniz çocuk dolu, gürültü dayanılacak gibi değil, her biri masalarda bir şeyler yapmaya çalışıyor. Zaten amaç öğretici bir şey yapmaya çalışmak değil. Sadece çocuklar güvenli bir yerde vakitlerini geçirsinler yeter. Bir süre sonra şişeleri su ile doldurup çocukların kafalarına sıkmaya başladık. Öyle hoşlarına gitti ki, bana da bana da diye bağırıyorlar. Bu sıcakta yapılabilecek daha iyi bir aktivite yoktur herhalde.
img_4466

Onun dışında çok ilginç bir şekilde bugün yolda yürüyen çırılçıplak bir siyah adam gördüm. GAPA için gittiğimiz mahallede. Adam gerçekten çıplak. Yürüyor. Sandiso bile şaşırdı. Ne de olsa burası Afrika. Nelerle karşılaşacağımız hiç belli olmuyor. Gittiğimiz mahallelerin içini görseniz, insanın ağzı açık kalıyor. Aynı mahallede koyun kafasını pişirip satan sokak satıcıları da gördüm. Bizde kelle derler ya burada oldukça popüler bir yiyecek. Bu işin en sevdiğim tarafı turist olarak geldiğinizde giremeyeceğiniz yerlere girmeniz, göremeyeceğiniz yaşantıları görmeniz.

Sonra eve geldik. Shecky yine döktürmüştü, yemekleri yedikten sonra haftasonu turları ayarlanmaya başladı. Cumartesi günü evdeki çoğu kişi etraftaki bağları gezmeye karar verdi, ben de onlara katılacağım. Pazar günü ise üç kişi Nelson Mandela’nın yıllarca hapis yattığı Robben Island’a gideceğiz. Hafta içi akşamlar genellikle evde veya mahallede geçiyor. Saat 10 olunca da herkes uykuya çekiliyor. Ben kendimi Türkiye’de tavuk sanırdım, burada gece kuşu oldum resmen. Uykuya amma düşkünler. Avrupa’da hani turistlik yerler dışında akşam mahalleler boşalır, dükkanlar kapanır, bu insanlar neredeler, ne yapıyorlar dersiniz ya. Meğer yemek yiyip, biraz takılıp uyuyorlarmış, bunu anladım. Yine de bayağı alıştım buraya, günlerim azaldıkça üzülüyorum ne yalan söyleyeyim..

Meğer Burası Bir Cennetmiş

Herkese merhaba! Birkaç gündür yazamadım, bir sürü konu birikti. Öncelikle kısaca perşembe ve cuma gününden bahsedeyim. Kara kuzularla her şey çok güzel gitti. Oyunlar, şarkılar, diğer tüm aktiviteler.. Onların eğitimlerine katkıda bulunmanın yanı sıra yedikleri ara öğünler ve öğle yemekleri de African Impact’le iş birliği içinde olan Happy Africa tarafından karşılanıyor. Ara öğünlerinde meyve verilmesi, öğle yemeklerinde besin değeri yüksek yemekler pişirilmesi için kreşlere para ödeniyor. O yüzden yapılanlar her açıdan çocuklara fayda sağlıyor.
7a771-image2

6828e-image3

Cuma günü okullara yarım gün gidiliyor. Öğleden sonra tamamen planlama için ayrılmış durumda. Önümüzdeki hafta yapılacak aktiviteleri günü gününe, saati saatine planlıyoruz. Başta kolay bir iş gibi düşünmüştüm ama işin içine girince ne kadar ciddi olduğunu anladım. Yaklaşık 3,5 saat kadar planlama yaptık. Ne yaptınız o kadar derseniz, öncelikle önümüzdeki haftanın konusu belirlendi. Sonra o konuyla ilgili kitaplar bulundu, resimler çizildi. Her okula hangi gün ne anlatacağız, gideceğimiz sınıfta kaç masa var, her masada oynanacak oyun ne olacak gibi detaylı planlamalar yapıldı. Getirdiğim origami örnekleri için kağıtlar kesildi, birer tane örnek yapıldı vs. Evde herkes kendi projesiyle ilgili hummalı bir şekilde çalıştı. En son çıkan planlar koordinatörler tarafından gözden geçirildi ve imzalandı. Sonra hazırlanan tüm oyuncaklar, kitaplar, eşyalar her projenin kutusuna yerleştirildi. Okullara bu kutuları alarak gidiyoruz. Çocuktur, iki oyun oynarsın, sonra biraz yap boz yaparsın diye düşünürken, işlerin ne kadar ciddi olduğunu görmüş oldum. İngiliz tarzı bu olsa gerek.
3a225-paragraf_2_evdeki_haz25c425b1rl25c425b1klar

Onun dışında evde her şey yolunda. Komün hayatı fazlasıyla sevdiğimi söyleyebilirim. Bir de gece tuvalete giderken yerde ve mutfak mermerinin üzerinde gördüğüm böcekler olmasa her şey müthiş olacak. Küçüklerin yanı sıra hamam böcekleri de var. Gündüz ortalarda gözükmüyorlar, gece oldu mu hepsi ayakta. Yokmuşlar gibi davranmaktan başka çarem yok. Onun dışında akşamları yemekten sonra evde çeşitli oyunlar oynuyoruz. Daha önce ismini hiç duymadığım kağıt oyunları ve diğer oyunlar. Örneğin şu anda bir hafta süreyle bir oyun oynanıyor evde. İsmi “Assassin” yani “Suikastçı”. Bir tane oyun kurucu var. Herkese evdeki birinin ismini veriyor. Sonra bir kaseden evin içindeki bir yer adı çekiyoruz ve diğer kaseden de bir obje çekiyoruz. Bize verilen isme, çektiğimiz yerde çektiğimiz objeyi verirsek o kişiyi öldürmüş oluyoruz. Bana Jennifer, kanepe ve kriket sopası çıktı. Yani Jennifer’a kanepede otururken kriket sopasını vermem lazım. Eğer onu öldürmeyi başarırsam onun kurbanını devralıyorum. Oyun tek kişi kalana kadar devam ediyor. O yüzden evde kimse kimseden bir şey almak istemiyor. Oturma odasında herkesin isminin yazılı olduğu bir tahta var, insanlar öldükçe üzerlerine çarpı atılıyor. Sabah bir kalkıyorsunuz birinin üzerinde çarpı var. Ne oldu, kim, nasıl öldürdü diye soruyorum öyle komik hikayeler çıkıyor ki gülmekten ölüyorum. Neyse ki şimdilik hala hayattayım, bakalım daha ne kadar dayanabileceğim.

Cape Town’a gelirsek, burası Afrika değil cennetin tam ortası.. Haftasonu okullar kapalı olduğu için gönüllüler vaktini çevreyi gezerek geçiriyorlar. Yapacak bir sürü aktivite, gidilebilecek çeşit çeşit turlar var. Haftasonu bizim ev halkının bir kısmı safari, sky diving gibi turlar satın aldılar. Benim gönüllülük sonrası yapacağım tur zaten bunları içeriyor. O yüzden ben Yunus Bey’lerle takılmayı tercih ettim, kendisi 30 senedir burada yaşadığı için her şeye fazlasıyla hakim.

Cuma günü akşam benim bulaşık yıkama günümdü. Bulaşıkları yıkadıktan sonra Yunus Bey beni almaya geldi. Önce arabayla Signal Hill denen tepeye çıktık. Burada güneşin batışını izledik. O kadar kalabalıktı ki. Herkes şaraplarını, içeceklerini almış, tepeye oturmuş keyifli keyifli manzarayı izliyor. Güneş battıktan sonra da alkışlıyorlar. Dedim ki yaşamak böyle bir şey olmalı.
6137a-image2

b53ae-image3

Oradan da Waterfront’a gittik, bir diğer adıyla kordon. Restoranlar, barlar, canlı müzikler, ışıl ışıl bir dönme dolap, ortam harika. Bir restoranda balık yedik. Garsonumuz çok komikti. Türk olduğumuzu öğrenince, 70’li yıllarda Türkiye’de gezdiği yerleri anlattı bize. Kapadokya, Konya, Ankara, İstanbul vs. Ben Ankara’dan geldiğimi söyleyince yüzünü buruşturup, hala o kadar sıkıcı mı diye sordu. Ne desem bilemedim. Konya’da bir sabah uyanmış dışarı çıkmış, sokaklar bomboş. Sağa bakmış kimse yok, sola bakmış kimse yok. Oteldekilere sormuş, kimse İngilizce bilmediği için anlaşamamışlar. Şoka girmiş, kabus gibiydi diyor. Sonradan öğrenmiş ki ülkede nüfus sayımı var. Bir de her şeyi öyle tiyatral bir şekilde anlatıyor ki, çok güldürdü bizi.

Dün sabah ise dünyanın 7 doğa harikasından biri olan Masa Dağı’na çıktık. Dağa yürüyerek veya teleferikle çıkabiliyorsunuz. Biz teleferikle çıkıp, dağın üzerinde yürümeyi tercih ettik. Dağ gerçekten masa gibi dümdüz. Manzarası öyle güzel ki, insan kendini kuşlar gibi özgür hissediyor. 2 saat kadar vakit geçirdik orada. Hava oldukça sıcaktı. Güneş kremlerimiz, şapkalarımız, gözlüklerimiz olmasa zorlanabilirdik. Biz dağdayken Ankara’dan arkadaşlarım, ailem kar resimleri gönderdiler. Ankara bembeyaz olmuş. Kar resimlerde çok güzel gözüküyor gerçekten ama ben sıcağı her zaman soğuğa tercih ederim. Güneş, aydınlık, sıcaklık yaşam enerjimi arttırıyor, hayata bağlıyor beni.
img_4162

img_4166

df112-image3

Öğleden sonra ise arabayla yarımada turu yapıp, neredeyse her koya uğradık. Burada birbirinden güzel kumsallar var. Bazı koylarda ayaklarımı denize soktum, su buz gibiydi, girmek imkansız. Daha sıcak olanları da var. Ama genel olarak kumları, kumsalları, manzaraları harika. Gözlerimle görmesem buranın Afrika olduğuna inanmazdım.
img_4208

img_4227

img_4241

Bizim yaşamlarımızın en büyük eksiği bence doğa. Birbirine yakın apartman dairelerinde hayatımızı geçirmek yaradılışımıza aykırı diye düşünüyorum. Doğadan uzak yaşayan bir insanın ne bedenen ne de ruhen sağlıklı olabileceğine inanıyorum. Buraları görünce bir kez daha düşündüm ki bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Neyse bir gün çözebiliriz inşallah diyelim.

Bugünkü planımız Ümit Burnu’na gitmek. Hani şu Coğrafya derslerinde anlatılan Ümit Burnu. Yakınında penguenlerin olduğu kumsala da uğrayacağız. Oldukça heyecanlıyım, bakalım bizi neler bekliyor?

Peki Orada Ne Yapacağım?

Merak edenler için biraz da projenin detaylarından bahsetmek istiyorum. African Impact adında İngiliz bir organizasyon şirketi aracılığıyla gidiyorum. Bu şirket Afrika kıtasında 12 ülkede gönüllülük projeleri yürütüyor.

Projeler toplum gönüllülüğü ve doğal yaşamı koruma gönüllülüğü başlıklarında ikiye ayrılıyor. Eğitim, spor, medikal, çocuk bakımı, cinsiyet eşitliği, doğal yaşam araştırması, hayvan bakımı gibi bir sürü konuda onlarca proje yürütülüyor. Benim gideceğim projenin ismi “30 Yaşın Üzerindekiler İçin Okul Öncesi Eğitim Projesi”. Projenin yürütüldüğü yer Cape Town, Güney Afrika Cumhuriyeti. Katılımcıların 30 yaşın üzerinde olma zorunluluğu var. Çünkü ilgileneceğimiz çocuklar çeşitli nedenlerle zarar görmüş (öksüz, yetim, istismar edilmiş vb.) ve kolay incinebilecek türden. Daha verimli bir katkı sağlanabilmesi için gönüllülerin olgun olmasını tercih ediyorlar. Gönüllülerin yapacağı temel işler okul öncesi çocukların eğitiminde öğretmenlere yardımcı olmak, çocuklara kitap okumak, onlarla resim çizmek, oyunlar oynamak; sağlık, beslenme ve hijyen aktivitelerine katkı sağlamak; bakım ve tadilat projelerine destek vermek. Tüm bunların dışında en önemli olanın onlara hak ettikleri sevgiyi ve değeri hissettirebilmek olduğunu düşünüyorum.

Proje sürekli açık ve gönüllüler projeye 2 haftadan 12 haftaya kadar katılım sağlayabiliyorlar. Proje süresince gönüllü evlerinde kalınıyor. Konaklama ve 3 öğün verilen yemek için bir miktar ücret ödüyorsunuz. Ayrıca uçak biletlerinizi ve seyahat sigortanızı karşılamanız gerekiyor. Adli sicil kaydı ve bir başvuru formuyla projeye dahil oluyorsunuz. Tüm bu süreçte aklınıza gelen her türlü soru için proje koordinatörü ile yazışıyorsunuz ve tüm merak ettiklerinize oldukça sıcak bir şekilde cevap veriyorlar.

Kontenjanlar kısıtlı olduğu için rezervasyonunuzu birkaç ay öncesinde yaptırmanız gerekiyor. Projeye 3 hafta katılmak istediğimi söylediğimde proje koordinatörü gereken tüm dokümanları ileterek gönüllülük sonrasında katılabileceğim 6 günlük bir tur önerdi bana. Turu inceleyince, gittiği yerleri görünce oldukça heyecanlandım. Kendisine sadece 3 haftam olduğunu, tura ancak gönüllülüğü 2 haftaya düşürerek katılabileceğimi, bu yüzden kafamın karıştığını söyledim ve onun bu konudaki fikrini sordum. O da bu proje için daha çok çalışanların başvurduğunu ve bu yüzden genelde 2 hafta katılım sağlanabildiğini söyleyerek, 2 haftanın benim için yeterli olacağını ve turun harika yerlere gittiğini, her gece farklı bir yerde konaklanacağını, Cape Town’a gelmişken bu turu kaçırmamam gerektiğini söyledi. Böylece benim gönüllülük işinin bir haftası da kendiliğinden tatile dönüşmüş oldu.

Böyle kendiliğinden ortaya çıkan süprizlere hep bayılmışımdır zaten. Maceranın ikinci kısmının da kişisel gelişimimde oldukça faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü bugüne kadar hiç tek başıma tatile çıkmamıştım. Anlaşılan bu yolculuk her açıdan kompakt bir deneyim olacak benim için. Internet erişimim nasıl olur bilemiyorum ama 2 hafta sonrasındaki paylaşımları gördüğünüzde gönüllülük bunun neresinde demeyin diye şimdiden söyleyeyim istedim 🙂