Çölde Safari Heyecanı

Geldik Dubai’deki son maceramıza. Buralara gelmeden önce yapmayı en çok istediğim şeylerden birisi de çöl safarisiydi. Uçsuz bucaksız kumlarda çıplak ayaklarla yürümek, develerle seyahat etmek ve çölde gün batımına şahit olmak.. Hayali bile insanı heyecanlandırıyor.

Ama turları incelediğimde gördüm ki program hiç de küçük çocuklara göre değil. Önce 4×4 jeeplerle “dune bashing” denilen kum tepelerini dövme sürüşüne çıkıyorsunuz. Arkadaşlarımın dediğine göre midelerin bulanabildiği oldukça sert bir yolculuk oluyormuş. Sonrasında ise çölde gerçekleştirilen çeşit çeşit aktivitelerle 6-7 saati bulan uzunca bir gün geçiriliyormuş. Program Atlas’a hiç uygun olmadığı ve ben de aşırı hevesli olduğum için Sarper’i Atlas’la kalmaya ikna ederek Mikita’yla tura katılmayı başardım. Başardım diyorum çünkü gerçekten ikna süreci, o kadar saat baba oğula yapacakları aktiviteleri ayarlamak ve kendime de istekli bir tur arkadaşı bulabilmek emek ve vakit aldı ama neyse ki sonucu çok da güzel oldu 🙂

Mikita daha önce çöl safarisi yapmadığı için oldukça istekliydi ve işinden bir gün izin alarak bana eşlik etti. Rayna Tours bizi öğle saatlerinde otelimizden aldı. Araçta toplamda 6 kişiydik. Tura o kadar talep vardı ki, akın akın jeeplerle safarinin başladığı yere doğru ilerledik. Burada ATV sürüşü yapmak isteyenler için bir pist vardı. Mikita’yla biz diğerlerini beklerken taze hindistan cevizi suyu içmeyi tercih ettik.

ATV sürüşleri tamamlanınca jeepimize binerek safariye başladık. Araç kum tepelerinden hoplaya zıplaya gidiyor, ani hareketlerle hepimizi bir o yana bir bu yana savuruyordu. Biz orta sırada oturduğumuz için çok fazla etkilenmedik ama arkada oturanlar her harekette daha fazla zıplayıp daha çok çığlık atıyorlardı. O kadar da korkulacak bir şey yokmuş, keşke arka sırada otursaydım diye düşündüm.

Sonra şoförümüz fotoğraf çektirmemiz için çölün ıssız bir yerinde arabayı park etti. Çıplak ayaklarla, ayak basılmamış kumlarda dolaşmanın tarifsiz tadını çıkardım. Kumlar sıcacık, manzaramız muhteşemdi.

Fotoğraf çekiminin ardından çöl kampına doğru yola çıktık. Turun kalan kısmını bu kampta geçirdik. Kocaman bir alanda yüzlerce kişilik yemek masaları, masaların ortasında bir sahne ve etrafında da çeşitli etkinliklerin gerçekleştirildiği çadırlar vardı. İkimiz de deveye binme konusunda heyecanlı olduğumuz için ilk olarak develerin olduğu alana doğru yöneldik. Sanıyoruz ki develere binip uzaklara doğru gideceğiz ve gün batımında resimler çektireceğiz. Adamların bizi deveye bindirmesiyle indirmesi bir oldu; küçücük bir alanda daire çizdikten sonra bitti dediler. Bari bir resmimizi çekin dediğimizde de alelacele su şişesiyle çekilmiş bir fotoğrafımız oldu 🙂

Bu durum bizi bayağı bir hayal kırıklığına uğrattı. Biraz çadırlarda gezinelim başka neler var bakınalım derken bir de ekstra para ödeyerek binebileceğimiz develer olduğunu keşfettik. 100 Dirhem vererek bu sefer gerçek bir gezintiye çıktık. Ama maalesef bu sefer de güneşin batışına yetişemedik. Güneş kum tepelerinin ardından çok hızlı bir şekilde gözden kaybolmuştu. Yine de keyifli bir yolculuktu. Develeri çok sevdim, onların o zor şartlarda insanları mutlu edebilmek için verilen talimatlara uymaya çalışmaları içimi cız ettirdi. İnşallah merhametli insanlar tarafından bakılıyorlardır.

Gezintimiz sonrasında yavaş yavaş akşam karanlığı çökmeye başladı. Hava serinledi ve barbekü kokuları etrafa yayıldı. Çadırlardan birinde fotoğraf çektirmek için yöresel kıyafetler, diğerinde ise kına dövmesi yapan kadınlar vardı. Yemek servisi başlayınca açık büfeden tabaklarımızı doldurup masalarımıza yerleştik.

Ortam o kadar kalabalıktı ki.. Sahnede çeşit çeşit dans gösterileri başladı. Ateş dansları ve özellikle oryantal dansçılar izleyicilerin oldukça ilgisini çekti.

Tüm gösteriler bittikten sonra tekrar aracımıza binerek otelimize döndük. Tur şirketinin bol bol kulaklarını çınlatsak da eşsiz bir deneyim yaşamış olduk. Neyse ki baba oğul da günlerini sıkıntısız ve keyifli bir şekilde geçirmişler.

Ertesi sabah Dubai’deki son günümüzdü. Odamızı boşalttıktan sonra Rohenler bizi The Farm adında bir restorana götürdü. Ortam oldukça şık ve yemekler de çok lezzetliydi. Artık Türkiye’ye dönüş vakti gelmişti.

Dubai’de geçen bir haftanın sonunda rahatlıkla söyleyebilirim ki deniziyle, çölüyle, alışveriş merkezleriyle, eski sokaklarıyla, türlü güzellikteki bahçeleriyle ve mekanlarıyla kısa bir zamanda aylara sığacak kadar çok şeyi keyifle deneyimledik. Görmeye zamanımızın yetmediği, aklımın kaldığı yerler bile oldu.

Dubai’yi gezmek bana sadece para pulla değil, daha da önemlisi ortaya konan vizyonla tüm dünyadan turistlerin ülkeye nasıl çekilebileceğini gösterdi. Sıkı kurallarla suç oranının nasıl sıfırlandığını ve her kesimden insanın özgürce yaşayabileceği bir ortamın nasıl yaratıldığını öğrendim.

Aslında aklımda yazacak çok daha fazla şey vardı. Ama ülkeye döndüğümüz günün ertesinde yaşadığımız korkunç deprem, içimde taşıdığım tüm güzel duyguları yerle bir etti. Geriye sadece çaresizlik ve unutulması imkansız bir acı kaldı. Geçen onca günün ardından ancak kendimi biraz olsun toparlayarak bir şeyler karalayabildim. Satırlarımın sonuna gelmişken bir kez daha fark ediyorum ki insan ancak yazarak, çizerek, üreterek, pes etmeden mücadeleye devam ederek ve umut etmekten hiç vazgeçmeyerek iyileşebiliyor..

Burj Khalifa ve Abu Dhabi Gezisi

Şimdi sıra geldi Dubai’nin “en”leri içindeki en ünlüsünü keşfetmeye!! Buraya gelince görülmesi gereken şeylerin başında gelen Burj Khalifa’ya yani dünyanın en uzun gökdelenine çıkacağız.

Burj Khalifa’ya çıkmak istiyorsanız, mutlaka biletinizi Dubai’ye gelmeden önce almanız gerekiyor çünkü turistik sezonda biletler hemen tükeniyor. Daha önce New York, Londra gibi dünyanın en güzel şehirlerini yukarıdan izleme şansım olduğu için itiraf etmeliyim ki buraya çıkıp da ne manzarası göreceğim diye düşünüyordum. O yüzden bilet alıp almamakta tereddüt ettim. Ama her yerde Dubai’ye gelince yapılması gerekenlerin başında Burj Khalifa’yı görünce, eksik kalmak istemedim.

Kule beni tepesinden gördüğüm manzarasıyla değil, tamamen başka yönleriyle etkiledi. Bu devasa binayı yapabilmek için verilen 6 yıllık emek, 828 metrelik bir yapı için ortaya konulan mühendislik zekası, saniyede 10 metre yukarı çıkabilen asansörler ve bu kadar büyük bir yapının akşam ışık oyunlarıyla dönüştüğü muhteşem çehre, bana iyi ki gitmişim dedirtti.

Kalabalığa kalmamak için biletlerimizi sabah saatlerine aldık. Aslında kuleden günbatımının da görüntüsü çok güzel oluyormuş. Ama beklenmesi gereken kuyruğu düşününce Atlas’la en mantıklısının erkenden gidip yukarı çıkmak olduğuna karar verdim. Biletle kulenin 124. ve 125. katlarına çıkabiliyorsunuz ve asansörle bu sadece 1 dakika sürüyor. Öyle hızlı yükseliyorsunuz ki, benim hemen kulaklarım tıkandı. O kadar yüksekten aşağıya bakmanın rahatsız edici olabileceğinden endişeliydim. Ama aksine oldukça keyif aldım.

Burj Khalifa’nin kırdığı rekorlar say say bitmiyor: dünyanın en uzun yapısı, dünyanın en çok katlı binası, dünyadaki en uzun asansör, dünyadaki en yüksek restoran, dünyanın en yüksek gece klübü ve daha nicesi.. Biz kuleden inerken girişteki kuyruk uzamaya başlamıştı bile. Neyse ki kuyruğa takılmadan işimizi bitirdik.

Bu arada Burj Khalifa, Dubai Mall’ın hemen bitişiğinde, yani Dubai’nin en büyük alışveriş merkezinin. Dubai Mall’da 1.200’den fazla mağaza varmış, inanabiliyor musunuz? Ayrıca alışveriş merkezinin içinde akvaryum ve su altı hayvanat bahçesi de var. İçinde köpekbalıkları ve vatozların yüzdüğü bir tünel ve çeşit çeşit deniz canlısının olduğu harika bir hayvanat bahçesi..

Alışveriş merkezi kocaman olunca bir yerden bir yere gitmek için canınız çıkıyor. Burj Khalifa, akvaryum, öğle yemeği ve Atlas için girdiğimiz oyuncak mağazaları derken 20 bin adımı bulduk ve kendim için tek bir mağazaya bile bakamadan hemen akşam oldu. Hava kararıp ışıklar yanınca ortam masalsı bir dünyaya dönüştü.

Her yarım saatte bir Burj Khalifa’nın önündeki gölde fıskiye gösterisi oluyor. Tıklım tıklım kalabalık, yüksek sesli müzik eşliğinde Burj Khalifa’nın üzerindeki ışık gösterileri ve aynı anda dans eden fıskiyeler.. Hepsi inanılmaz etkileyiciydi, buralara gelince mutlaka ama mutlaka görülmesi gereken görsel bir şölen..

Günümüzü oldukça yorgun ama keyifli bir şekilde noktaladık. Ertesi gün yolculuk Abu Dhabi’yeydi. Rayna Tours’dan aldığımız günübirlik turla düştük yollara. Yol boyunca tur rehberimiz anlattıkça anlattı.

Abu Dhabi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti ve Dubai’den sonraki en kalabalık ikinci şehriymiş. 7 emirlik içinde %85 ile en yüksek yüzölçümüne sahipmiş.

Kuruluşu oldukça yakın bir geçmişte olmuş, 1971’de. Dubai gelirinin büyük bir bölümünü turizmden sağlarken, Abu Dhabi gelirini daha çok petrol ve doğalgazdan sağlıyormuş. Rehber diyor ki burada iki çeşit insan yaşar: “fakir zenginler” ve “süper zenginler”.. Fakir zenginlerin arabaları, evleri ve iyi bir geliri vardır. Süper zenginlerin ise Maserati, Ferrari, Lamborghinileri ve sarayları vardır. Mesela şu andaki emirin 4 tane karısı varmış ve her karısı ayrı bir sarayda çocuklarıyla yaşıyormuş. Ne diyelim Allah arttırsın 🙂

Tur otobüsüyle sokak sokak gezerken gerçekten de çok lüks evler ve binalar gördük. Birçok ünlü film bu şehirde çekilmiş. Gezimizde ilk durağımız Ferrari World’dü. Burası içinde kocaman bir eğlence parkı olan oldukça turistik bir yer. Bizim ilgi alanımıza girmediği için sadece dışından fotoğraf çektirmekle yetindik, eğer ilgi duyuyorsanız içeriye girişi kapsayan turlardan alabilirsiniz.

Sonrasında rehberimiz bizi hurma dükkanlarının olduğu bir bölgeye götürdü. Dükkanlarda envai çeşit hurma satılıyordu.

Öğle yemeğimizi güzel bir Hint restoranında yedik. Manzaramız yine harikaydı.

Birkaç müze ve tarihi yer gezdikten sonra en çok merak ettiğim ve beni en çok heyecanlandıran yere gelmiştik: Şeyh Zayid Camii! Tura çıkarken her yerim kapalı giyinmeye çalışmış ve yanıma başımı örtmek için bir şal almıştım. Tur rehberimiz hepimizin kıyafetlerine bakarak camiye giremeyecekleri köşeye ayırdı, şortlular, kısa kollular ve ben.. Ben mi, ben neden giremiyorum diye itiraz etmeye çalıştım ama meğerse her tarafım kapalı olsa bile tayt giydiğim için içeri giremezmişim. Rehber bizi alışveriş yapmamız için bir mağazaya götürdü. Satıcı ucuz bir şey mi yoksa süslü bir şey mi istediğimi sordu. Sonuçta sadece bir kere giyeceğim bir elbiseye ihtiyacım vardı ama süslü elbiseleri, üzerindeki işlemeleri ve pulları gördükçe aklım başımdan gitti diyebilirim. Duygularımın daha fazla esiri olmadan, hızlıca en uygun fiyatlı elbiselerden birini seçip giyiverdim.

Artık hepimiz camiye girmeye hazırdık. Girişe ulaşmak için uzunca bir yol yürüdük. İşte karşımızda dünyanın sayılı büyük camilerinden Şeyh Zayid Camii duruyordu. O kadar güzeldi, öyle güzel bir enerjisi vardı ki, sözcüklerle ve resimlerle anlatılacak gibi değil.

Cami İslam dünyasındaki çeşitlilikleri tek bir çatı altında birleştirmek amacıyla tasarlanmış. İçinde birçok İslam ülkesinin çizgisi ve motifi uygulanmış. Duvarlardaki mermerlerden yapılmış çiçeklerde 37 ülkeden gelen mermerler kullanılmış. Camide 40.000 kişi aynı anda ibadet edebiliyormuş.

Zeminindeki 35 tonluk halı, İran’dan getirilmiş ve dünyanın en büyük tek parça dokuma halısıymış. Avizesi Swarovski kristallerinden üretilmiş. Duvarlarda gördüğünüz Allah’ın 99 ismi, altın harflerle yazılmış. Daha nice inanılmaz detay, hepsi bir araya gelince eşsiz bir tasarım çıkmış ortaya.

Keşke turla gelmeseydik de burada geçirecek daha çok vaktimiz olsaydı diye düşündüm. Malum turla olunca her şey biraz koştur koştur oluyor ve içinizden gelen hızda ilerleyemiyorsunuz.

Burada geçirdiğimiz 1 saatin sonunda tekrar otobüsümüze binerek Dubai’ye döndük. Tur şirketinden pek memnun kaldığımız söylenemez ama Abu Dhabi’yi kesinlikle çok beğendik.

Dolu dolu geçen günlerin ardından yavaş yavaş tatilin sonuna yaklaşıyoruz. Buralardan gitmeden bir de kazasız belasız çöl safarimi yapabilirsem değmeyin keyfime 🙂

Dubai’nin Rengarenk Bahçeleri

Pazartesi günü sabahtan otelimize gitmek üzere eşyalarımızı topladık. Evdekilerin mesaisi başlamıştı ama herkes evden çalıştığı için ortamın haftasonundan pek farkı yoktu açıkçası. Eşyalara zarar vermediğimiz, hiçbir şeyi kırıp dökmediğimiz için oldukça mutluydum.

Careem adlı uygulamayı kullanarak taksimizi çağırdık ve otelimize vardık. Buralara gelmeyi düşünenler için otelimizin adı Citadines Metro Central. Metro istasyonunun hemen çıkışında, içinde mutfağı ve oturma odası olan apartman tipi bir otel. Çocuklu aileler için oldukça konforlu.

Gezi planımızda Miracle Garden (Mucize Bahçe) ve Butterfly Garden (Kelebek Bahçesi) vardı. Oteli metroya yakın tuttuk dedim ama maalesef burada toplu taşımayla her yere gidemiyorsunuz. Tekrar taksi çağırarak Miracle Garden’a doğru yola çıktık.

Burası 50 milyondan fazla çiçeğiyle dünyanın en büyük çiçek bahçesi!!

Rengarenk, çeşit çeşit ve farklı formlarda dizayn edilmiş milyonlarca çiçek düşünün, çölün içinde cenneti yaratmışlar resmen.

Şehirdeki kirli su bahçeye geliyor ve burada filtrelenerek sulamada kullanılıyormuş. Yazın hava sıcaklığı ortalaması 40 derece civarında olduğu için bahçe, Nisan ayından Ekim ayına kadar kapalı oluyormuş.

Anladığım kadarıyla parktaki temalar da yıldan yıla değişiyor. Mesela bu sene dünya kupasından yola çıkmışlar ve her bir şirinin ayrı bir ülkeyi temsil ettiği sevimli bir tasarım yapmışlar. Türk şirin ortalarda olmadığı için kupayı alan Arjantinli şirinle güzel bir fotoğraf çektirdim.

Az ileride de şirinlerin köyü vardı, çocuklar için rüya gibi bir ortam olmuş. Ayrıca parktaki Airbus A380 uçağının çiçeklerle bezenmiş hali tek kelimeyle muhteşemdi. Bu uçak dünyadaki çiçekli en büyük yapı olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş.

Parkın içinde oturup bir şeyler atıştırabileceğiniz alanlar da var. Oturduğumuz sırada nasıl oldu nerden geldi bilmiyorum ama beni birkaç yerimden bir şeyler ısırdı, her zamanki gibi böceklerden nasibimi aldım.

Miracle Garden’dan sonra hemen bitişiğindeki kelebek bahçesine geçtik. Burası da 15.000’den fazla kelebeğin yaşadığı dünyanın en büyük kelebek bahçesiymiş. Zaten cümlede Dubai geçiyorsa, her şey “en”le başlıyor: en büyük, en uzun veya en zengin 🙂

Bahçenin içi oldukça nemliydi ve ağır bir kokusu vardı. Koku hassasiyeti olanlar için rahatsız edici olabilir ama bir süre sonra alışıyorsunuz.

Ortada uçuşan kelebekler çok fazla değildi, daha çok ufak bölmelerin içinde kümelenmişlerdi. Beslenmeleri için her yerde portakallar vardı.

Eğer elinizi portakala sürüp ıslatırsanız ve kelebeğe uzatırsanız kelebekler elinize konuyorlar. Veee ortaya böyle müthiş görüntüler çıkıyor.

Ayrıca isterseniz etrafta dolaşan görevliler de sopalarla kelebekleri yakalayıp veriyorlar. Biz en çok mavi kelebeklere bayıldık. Ama bu kelebekler uçarken mavi gözüküyor, konduklarında ise kanatlarını kapatıp kahverengiye dönüyorlar. Bir sürü mavi kelebek yakaladım ama hepsi elime aldığımda kahverengiye dönüştü. İçlerinden sadece bir tanesi elimde kanatlarını kapamadı, şans kelebeğim benim.. Böylece birlikte bir sürü muhteşem resmimiz olmuş oldu.

Birbirinden güzel iki bahçeyi gezdikten sonra otobüsle Mall of Emirates’e gittik. Akşam yemeğimizi yiyip, içindeki devasa Carrefour’dan hediyelik hurma alışverişimizi yaptık. Rohen’in hep hediye aldığı, dışı çikolatalı, içi bademli leziz hurmaların kaynağını öğrenmiş oldum.

Burada hava her geçen gün daha da ısınıyordu. Atlas da denizin yanından her geçtiğimizde denize giricem diye ortalığı yıkıyordu. O yüzden ertesi günümüzü plaja ayıralım dedik. Meğerse aynı gün Ankara’da da uzunca bir süredir bir türlü yağmayan kar sonunda yağmış. Kumsalda uzanırken sosyal medyadaki kar videolarını izlemek değişik bir histi.

Denize girmek için JBR’ın plajına giderek iki tane şezlong kiraladık.

Hava güzel olmasına rağmen deniz suyu henüz ısınmamıştı. Ama denizin rengi de kumların yumuşaklığı da harikaydı.

Atlas Dubai’deki en mutlu gününü burada geçirdi diyebilirim. JBR’da denize girmenin tek sıkıntısı, şezlong kiralayanlara duşlar için 2 dakikalık jeton veriyorlar ve 2 dakika sonunda su aniden kesiliyor. Yani erkekler için bir nebze idare eder de, kadınlar için bayağı kısa bir süre. O yüzden planınızı yaparken uzun uzun duş alabileceğinizi düşünmeyin, ya da bolca jeton alabilmek için paranızı ayarlayın.

Deniz keyfinden sonra yine plajın arka tarafındaki Bosporus Restoran’a gittik. Fiyatlar o kadar müthiş olmasa da yemekler yine harikaydı.

Otelimize dönmek için Careem’den defalarca taksi çağırmaya çalıştım ama akşam yoğunluğu olduğu için uygulama hiç taksi bulamadı. Yolda bir sürü boş taksi çevirdik, gideceğimiz yeri söylediğimizde hiçbiri bizi almak istemedi. En sonunda Dubai Marina’nın oradaki metroya yürümek zorunda kaldık. Bu vesileyle marina mazarasını da görmüş olduk.

İki günümüz de oldukça keyifli geçti. İnsan buraya gelince, akıllıca girişimlerle çölde bile nasıl harikalar yaratılabildiğini ve her türlü ülkeden milyonlarca turistin ülkeye nasıl çekildiğini gözleriyle görüyor. Sonra da kendi ülkesini düşünerek derin bir iç çekiyor. Ne diyelim, darısı bir gün başımıza inşallah..