Dünya Kocaman, Dertlerimiz Küçücük

Uçağım az önce havalandı. Evet, dönüş yolcuğu başladı. Uçağa binerken verdikleri gazetenin kapak fotoğrafını görmek bile beni germeye yetti. O haberleri okumak istemiyorum, o psikolojiye girmek istemiyorum. Bir sürü duygu ve düşünce biriktirdim burada. Onlara geçmeden önce turun son iki gününden ve bugün yaptıklarımdan bahsedeyim en iyisi.

Her sabah Pieter bize bugün aktivitelerden hangisini yapacaksınız diye soruyor. Ben de her sabah bir şey yapmayacağım diyorum ama sonra dayanamayıp kendimi yeni şeyler denerken buluyorum. Perşembe günü sky diving veya sand boarding yapma şansımız vardı. Ben sand boardingi denedim yani kum kayağı diyebiliriz. Baştaki tek çekincem düşüp oramı buramı incitmekti. Neyse ki kumda yapılanı o kadar korkunç değil. Hatta bayağı hoşuma bile gitti. Düşünsenize karda kayarken donan elleriniz ve ayaklarınız burada sıcacık, ayrıca düşerseniz yumuşacık kumlara düşüyorsunuz. Öncelikle karda kayarken kullanılan bordlarla kaydık. Daha sonra ise bizi daha yüksek bir tepeye götürerek yüz üstü yattığımız bordlara bindirdiler ve aşağı doğru ittiler. Vuhuuuu öyle eğlenceli ki!!! Üstünüz, başınız, yüzünüz, gözünüz kum oluyor ama zararı yok. Tek kötü tarafı elinizde bordlarla tepeye kadar kendiniz çıkıyorsunuz. Hava sıcak, kumlar kaygan ve yol uzun, dolayısıyla çıkarken canınız da çıkıyor.
965c8-282b022b20162b-2b1

e43af-212b022b20162b-2b1

Turun son günü ise Afrika’nın en güney ucu, Hint Okyanusuyla Atlas Okyanusunun birleştiği yer olan Cape Agulhas’a gittik. Kısmette buralara da gelmek varmış.
6f701-212b022b20162b-2b1

img_5135

Daha sonra yol üstündeki bir sahil kasabasına uğrayıp öğle yemeğimizi yedik. En son da yine penguenleriyle ünlü bir plaja. Her uğradığımız yer birbirinden güzeldi.
e7322-222b022b20162b-2b1

6 günde 2.000 km’den fazla yol yapmışız. Turda çok güzel arkadaşlıklar edindim. Düşünsenize 6 günümüz sabah akşam hep birlikte geçti. Kişi sayısı da fazla olmadığı için herkes birbiriyle kaynaştı. En yakınlarım Avusturya’lı Christine ve Alman Matthias’dı. Christine 37 yaşında, Viyana’da köpeğiyle yaşıyor. Matthias ise 35 yaşında, benim gibi Endüstri Mühendisi ve o da Düsseldorf’ta yalnız yaşıyor. Herkes birbirinin ülkesine gitmeye söz verdi, telefonlar, adresler alındı.

En son ayrılmaya yakın, minibüsümüz beni bırakırken Christine’e dönüp dedim ki “Christine seni özleyeceğim”. Bir baktım ki gözleri dolmuş, yaşlar pıtır pıtır akıyor. Sarıldık birbirimize.. Öyle şaşırdım ki, ne diyeceğimi bilemedim. Biz Avrupalıların hep bireysel olduğunu ve daha az duygusal davrandığını düşünürüz ya o yüzden şaşkınlığım bir kat daha arttı. Aslında Mark Twain’in çok sevdiğim bir sözü var. “Önyargı, taassup ve dar görüşlülüğün en iyi tedavisi seyahattir” demiş. Böylece bir önyargımı daha kırmış oldum.

Sadece bu olay için değil, biz toplum olarak hep aynılaşmaya, aynı düşünmeye, aynı inanmaya, aynı davranmaya o kadar zorlanmışız ki azıcık bir farklılık görmeyelim hemen ötekileştiriyoruz insanları. Güney Afrika’da fark ettiğim bir diğer şey ise burada her milletten, her dinden, her düşünceden insan var, o yüzden kimse kimseyle uğraşmıyor, herkes herkesi olduğu gibi kabul etmiş. Bizim de bunu başarabilmemiz için Türk insanının daha çok seyahat etmesi, başka kültürleri görmesi, değişiklikleri benimsemesi, onları bir renk olarak düşünmesi gerekiyor. Birbirimizle uğraşmaktan vakit bulursak inşallah bir gün o günleri de göreceğiz..

Neyse minibüsümüz Cumartesi akşamı beni Yunus Bey’lerin evine bıraktı. Cape Town’daki son gecemi de orada geçirdim. Eşi Hint asıllı olduğu için bize birbirinden güzel Hint yemekleri yapmış. Sabah da Botanik Bahçesi’ne gidip kahvaltı yaptık. Sonrasında bahçeyi gezdik. Tabi bahçe uçsuz bucaksız, saatlerce gezseniz bitmeyecek türden, çiçekler, otlar, kuşlar, böcekler.. Uçak saati yaklaşmaya başlayınca eve döndük ve sonra Yunus Bey beni havaalanına bıraktı. Kendisinin hakkını ödeyemem, bu yolculuğun her anında emeği çok büyük..
6d5e0-212b022b20162b-2b1

Gelelim seyahatin duygu ve düşünceler kısmına. Ben bu seyahat boyunca bir gün olsun burada ne işim var, ne yapıyorum demedim. Bir gün olsun kendimi yalnız hissetmedim. Hiç sıkıntı çekmedin mi diyecek olursanız, tek söyleyebileceğim şey bazı geceler yatarken duyduğum endişe olabilir. Çünkü öyle yerlerde kaldığımız oldu ki, karanlık ve ıssız kocaman araziler, odalar birbirine uzak, telefon doğru düzgün çekmiyor, tek duyduğunuz ses dalga sesleri.. Böyle gecelerde yanımda getirdiğim el feneri hayatımı kurtardı diyebilirim. Hem odaya giderken, hem de gece odada bir ses duyduğumda. Bu endişeler biraz da kadın olmakla, erkeklere karşı savunmasız olmakla ilgili bir şey. Erkeklerin anlaması biraz zor olabilir.. Her neyse çok şükür ki her şey çok yolunda gitti. Canımı sıkacak en ufak bir hatıram olmadı burada. Hayatım boyunca yaptığım en güzel şeylerden biriydi diyebilirim.

Kaldığımız backpackerslarda Afrika’yı gezen insanlarla karşılaştım. Mesela Alman bir bankacıyla muhabbet ettik, 11 aydır kıtayı tek başına arşınlayan. Gezdikçe öğrendim ki burası bambaşka bir dünya. Keşfetmeyle bitmeyecek, içinde bambaşka renkleri barındıran.. Burada bir söz var: “Afrika’da yaşadığımız için Afrika’lı değiliz, Afrika bizim içimizde yaşadığı için Afrika’lıyız” diye.

Yola çıkmadan önce dünyanın kocaman, dertlerimizin ise küçücük olduğunu biliyordum zaten. Burada bunu bir de kendi gözlerimle görmüş oldum. Uzaktan bakınca dertlerim küçüldü, küçüldü, ufacık kaldılar.. Onlar küçüldükçe ben büyüdüm. Hani ilk yazımda demiştim ya ablam bana nereye gidersen git toton da seninle gelecek demişti diye. Burada fark ettim ki, benim kendimle hiçbir sorunum yok, kendimi çok seviyorum. Diğer insanları da en az kendim kadar seviyorum. Dünyayı seviyorum üzerinde binbir çeşit mucize barındırdığı için. Yaşamayı seviyorum, hissetmeyi seviyorum.. Benim derdim hissedemediğimiz hayatlar yaşamakla ilgili. Çok mu derin düşünüyorum, kendimi boş yere mi yıpratıyorum bilmiyorum. Tek bildiğim bu işte bir yanlışlığın olduğu..

Buraya gelmeden önce acaba dönerken kafamda ne gibi düşünceler olacak diye çok merak ediyordum. 3 hafta belki kısa bir süreydi ama bana yılların yaşatamadığı tecrübeyi yaşattı. Cape Town’da yaşayan birçok kişinin bile giremediği teneke mahallelere girdim, oradaki hayatlara şahit oldum, birbirinden güzel çocuklar tanıdım, bir sürü milletten insanla karşılaştım, güzel arkadaşlar edindim, doğanın bize sunduğu güzelliklerden başım döndü, daha önce hiç görmediğim, adını bile duymadığım hayvanlar gördüm, dolu dolu yaşadım, çok hissettim, çok sevdim. Hepsi içimde birikti, birikti, birikti.. Şimdi içimdeki duygular, kafamdaki düşünceler biraz yumak halinde. Onları yavaş yavaş çözüp hayatıma yansıtmam gerekecek. Bakalım bunu başarabilecek miyim?

Aslında diyorum ki kendime bir sponsor bulup dünyayı gezsem, her gittiğim yerde yaşadıklarımı, gördüklerimi anlatsam burada. Ne kadar güzel olur değil mi? Off, hayali bile çok güzel… İşte bana gece yatmadan önce kuracak bir hayal daha çıktı. Şimdilik benden bu kadar, başka maceralarda görüşmek üzere…

Dünya Kocaman, Dertlerimiz Küçücük” için 3 yorum

  1. Aslında hepimizin kafasında bir yumak var. Kedi misali oynayıp duruyoruz o yumakla. Yalnız karışmasın, çözülmesin diye de temkinliyiz her daim. Senin yaptığına benzer yolculuklar ise, içsel olanlar yani, o yumağı çözme cesareti veriyor bize. Yumaktan çözdüğümüz ipler; üzerimize uymayan, bize dar gelen kıyafetlerimizin yerine kendi tarzımızı yarattığımız, içimizdeki türlü desen ve renklerle ördüğümüz yeni bir kazağa dönüşebiliyor böylece.
    Hem kış günü sıcacık tutuyor bu kazak hem de kimseninkine benzemiyor.
    Demem o ki: Ne iyi yaptın 🙂

    Beğen

Yorum bırakın