Lavanta Kokulu Köy

Fransa Provence’daki lavanta tarlalarının fotoğrafını ilk kez nerede ne zaman gördüm hatırlamıyorum ama yıllardır hep aklıma geldikçe hayalimde o tarlaların içinde gezindim durdum. Ben Provence’a gidemeden zamanında bir Fransız’ın Türkiye’ye getirip diktiği lavantalar büyüyüp çoğaldılar ve son yıllarda da oldukça popüler oldular. “Yanı başımıza böyle bir güzellik gelmiş kaçırmak olur mu hiç?” diyerek hafta sonu için bir tur ayarladım.

Burada en kritik nokta zamanlama. Lavantalar Haziran ayının sonuna doğru morarmaya başlayıp Temmuz ayının sonu, Ağustos ayının başı gibi hasat ediliyorlar. O yüzden yılın sadece birkaç haftası ziyaret edilebiliyorlar. Zaman az olunca da turlar erkenden doluyor. Tabi illa turla gitmek şart değil ama fiyatı ve programı aklımıza yattığı için biz turla gitmeyi tercih ettik. Tempo Tur’un kişi başı 345 TL olan bir gece konaklamalı Lavanta Vadisi Turu’ndan satın aldık.

Otobüs gece 12’de Ankara’dan yola çıktı ve sabah uyku mahmurluğuyla gözümüzü Isparta’nın Kuyucak Köyü’ndeki lavanta tarlalarında açtık. Otobüsten indiğimiz anda burnumuza gelen o kokuyu sizlere nasıl anlatabilirim bilmiyorum… Gece yağmur yağmış, hava serinlemiş, ortalık mis gibi kokmuştu. Rehberimiz ellerimize birer sandviç tutuşturup, bardaklarımızdaki sıcak sulara iki parça lavanta atarak kendimize gelmemizi sağladı. Sonra tarlanın sahibi Ziya Amca başladı anlatmaya.

Gittiğimiz tarla 20 yıllıkmış. Lavantanın bakımı buğday ve arpaya göre oldukça kolaymış. Arsız bir bitki olduğu için çoğalması da hızlıymış. Türkiye’nin toplam lavanta üretiminin %93’ü bu bölgeden sağlanıyormuş. Lavantalar sayesinde bugüne kadar hiç ekonomik sıkıntı çekmemişler ve hallerinden oldukça memnunlarmış. Ne kadar güzel değil mi? Burada birkaç fotoğraf çektirip lavantaların daha mor olduğu yükseklere doğru çıktık.IMG_6549

İşin en eğlenceli kısmı da bizi bir traktörün arkasına bindirmeleri oldu, bozuk yollarda tıngır mıngır gitmek çok hoşumuza gitti.IMG_6601

Yükseklerde lavantaların boyları daha kısa olsa da renkleri gerçekten çok daha güzeldi. Fark ettiyseniz burada ekimler öbek öbek yapılıyor, böylece lavantaları toplaması daha kolay oluyormuş. Provance’da ise lavantalar sıra sıra dikiliyor o yüzden daha sık ve dolu dolu gözüküyorlar.IMG_6577

Bu arada o kadar şanslıyım ki turumuzdaki bir kadın yanıma gelerek başka birinin şapkasını bana takıp fotoğraflarımı çekmek istediğini söyledi. Nesrin Armağan’ın makinesinden çıkan pozun ve renklerin güzelliğine bakar mısınız?Lavanta Vadisi

Yukarılarda kokunun ve manzaranın keyfini çıkarttıktan sonra tekrar traktörümüzle aşağıya inip otobüsümüze bindik. Sonrasında Kuyucak Köyü’nün merkezine gittik.IMG_6617

IMG_6618

Önce ufak bir dükkandan alışveriş yaptık. Lavantalı çeşit çeşit ürünler yapmışlar. Reçeller, losyonlar, kolonyalar, el kremleri, oda spreyleri vs. Yağının da oldukça faydalı olduğunu söylüyorlar.IMG_6606

IMG_6609

Turdaki herkes bir şeyler satın aldı, anlaşılan o ki lavantalar köylü için gerçekten güzel bir ekmek kapısı olmuş. Sonrasında kahvaltımızı yaptık ve üzerine lavantalı dondurmalarımızı yedik. Hiç unutmam yıllar önce İstanbul’da Leb-i Derya’da lavantalı bir somon yemiştim. Tadı öyle keskin gelmişti ki somona bu tadı hiç yakıştıramamıştım. Ama bu sefer dondurmayı beğendim, azıcık bir lavanta dondurmaya güzel bir aroma katmış.

Öğlene doğru Lavanta Kokulu Köy ile vedalaşıp herkesin satın aldıklarıyla lavanta kokulu otobüse dönüşen aracımıza bindik. Yani anlayacağınız Ankara’ya dönene kadar o koku bizi hep takip etti.

Bir sonraki durağımız Burdur Arkeoloji Müzesi’ydi. Yine şansımıza turumuza katılanlardan biri sanat tarihçisiydi ve bize müzeyi gezdirdi.IMG_6641

Meğerse buralar zamanında nasıl bir medeniyetin merkeziymiş. Eserler M.Ö. 7.000’den günümüze kadar gelmişler. Müzedeki Sagalassos Antik Kenti’ne ait buluntular oldukça etkileyiciydi. Tabi bir de hepsinin hikayesini bilen birinin ağzından dinleyince her şey daha anlamlı geldi.IMG_6635

Sonrasında Eğirdir Gölü’ne gittik. Yüzmek isteyenler göle girdiler. Benim için de ilk kez gölde yüzme deneyimi olacak derken göle girme ama yüzememe deneyimi oldu. Çünkü git Allah git göl bir türlü derinleşmedi. Çoluk, çocuk, çombalak derken ortam da biraz karışık geldi açıkçası. Birazcık ıslanıp çıktık.IMG_6644

Akşamüzeri Eğirdir’deki otelimize yerleşip, yemek saatine doğru turdakilerle tekrar buluştuk. Meğerse Eğirdir de Cittaslow tarafından dünyanın sakin şehirlerinden seçilmiş. Gerçekten de gölü, yeşil alanları ve sakin hayat akışıyla oldukça huzur veren bir enerjisi var. Güneş batmadan 1.300 metre rakımlı Akpınar Köyü’ne gidip Seyir Terası’ndan ilçeyi izleyerek çaylarımızı yudumladık.
IMG_6650

Sonrasında akşam yemeğimizi Yeşil Ada’da yedik. Tempo Tur diğer her konuda geçer not alsa da konaklama ve akşam yemeği konularında sınıfta kaldı maalesef. Güzelim adada göl kenarında yemek yemek varken bizi restoranın iç kısmında oturttular. Yine de ekip iyiydi de akşamımız güzel geçti. Turla gitmenin de böyle dezavantajları oluyor maalesef.

Ertesi gün ilk durağımız Kovada Gölü Milli Parkı’ydı. Yine Isparta’nın sınırları içinde olan bu parkın içindeki göl, Eğirdir Gölü’nün güney kısmının alüvyonlarla dolması sonucunda oluşmuş. Park o kadar büyük ki içinde çeşit çeşit memeli hayvanlar, kuşlar ve balıklar yaşıyormuş. Ben ortamını Yedigöller’e benzettim. Her mevsimde ayrı güzellikte olacağından hiç şüphem yok.IMG_6664

IMG_6670

Daha sonra Toros Dağları’nın eteğindeki Yazılı Kanyon Milli Parkı’na gittik. Buranın en önemli özelliği kanyonun yanından geçen 2.800 yıllık yolun zamanında Roma halkı tarafından kullanılması ve duvarlarında antik dönemlere ait çeşitli yazıtlar bulunması. İsmini de bu yazıtlardan alıyor zaten.IMG_6684

Aşağıdaki fotoğraftaki yazıt filozof Epiktetos’un anısına Yunanca yazılmış ve maalesef define bulma ümidiyle insanlar tarafından delik deşik edilmiş.IMG_6690

Üzerinde hür insan olmakla ilgili bir şiir yazılı. Şiirin ilk dizeleri şöyle başlıyor: “Ey yolcu, yol hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek: Hür kişi sadece karakterinde hür olan kişidir.” Epiktetos köle olarak Roma’ya götürülmüş olsa da insanın mutluluğunun ya da mutsuzluğunun, yaşanılan durumlar hakkındaki kişisel görüşlerine bağlı olduğunu ve kendi elinde olduğunu savunmuş. Köleyken bile kendini hür hissedebilmek etkileyici bir düşünce şekli gerçekten.

Bu arada kanyonun o kadar güzel bir tabiatı vardı ki, bu yoldan sonuna kadar yürüyerek nehrin oluşturduğu gölete vardık. Gölete girilebiliyor ancak suyu oldukça soğuk. Turla gelmeseydik Türkiye’de böyle güzellikte bir yer olduğunu ne duymuştum ne de görmüştüm.IMG_6693

IMG_6686

IMG_6702

Son durağımızda da yakınlardaki bir alabalık çiftliğine gidip öğle yemeğimizi yedikten sonra Ankara’ya doğru yola çıktık. Yazınca bir kez daha fark ettim ki iki güne neler sığdırmışız neler. Bu arada yeri gelmişken, herkes bana o kadar yıllık izni nereden buluyorsun diyor. Daha bu seneki izinlerimin yarısını bile bitiremedim inanın. Sürekli geziyor gibi gözüksem de aslında kısa kısa kaçamaklarla hayatın tadını sonuna kadar çıkarmaya çalışıyorum. Her seferinde diyorum ki kendime “şimdi değilse ne zaman?”. Sizce de öyle değil mi?

Üç Günlük Midilli Kaçamağı

Bu seneki iznimizin bir haftasını yine Ege kıyılarına ayırdık. Ayvalık, Cunda, Akçay, Dikili derken kalan üç günümüzü de Midilli’de geçirelim istedik. İki yaz önce adaya ilk defa gitmiş ve çok beğenmiştik. Biraz tarih, biraz deniz, bolca güneş, azıcık uzo ve çeşit çeşit deniz ürünleri kime iyi gelmez ki? Hem de tüm bunlar Ayvalık’tan sadece 1,5 saat uzaklıktaysa..

Gitmeye karar verdiğimizde Turyol’un internet sitesinden kişi başı 25€’luk gidiş dönüş feribot biletlerimizi aldık ve Lesvos Cars’dan da arabamızı kiraladık. Midilli Adası o kadar büyük ki, araba kiralamadan gezilmesi mümkün değil. Yunanistan’ın Girit ve Eğriboz’dan sonra en büyük üçüncü adasıymış.

Sabah 09:00’da Ayvalık Deniz Hudut Kapısı’ndan kalkan feribotumuzla adaya ulaştık. Bir önceki gelişimiz bayrama denk geldiği için inanılmaz kuyruklar beklemiş, bir daha bayramda gelinmez demiştik. Neyse ki bu sefer her şey daha kolay oldu.

İner inmez Midilli limanının yakınındaki ofisten küçücük arabamızı aldık. Bu arada biz adaya Midilli diyoruz ama adanın ismi aslında Lesvos (Lesbos). Feribottan inilen merkez şehrinin ismi Midilli (Mytilini) olduğu için Türkçe’de bu şekilde adlandırılmış.
IMG_5719

Lesvos isminin ise değişik bir hikayesi var. Aşk ve kadınlarla ilgili lirik şiirleriyle ünlü, eşcinsel kadın şair Sappho burada doğup yaşamış ve ona atfen Lesvoslu anlamına gelen lezbiyen sözcüğü kadın eşcinsel anlamında kullanılmaya başlanmış. Ben her iki gelişimde de adada hiç lezbiyen fark etmedim ama okuduklarım kadarıyla onlar için özel plajlar var. Her yıl Eylül ayında düzenlenen Uluslararası Kadın Festivali ile de iki hafta boyunca birçok kadın ziyaretçi adaya geliyor ve kadınlara yönelik türlü türlü aktiviteler düzenleniyor.

Arabamızı aldıktan sonra başladık ada yolculuğuna. Üç gün boyunca uğradığımız durakları haritadan görebilirsiniz. Ada oldukça dağlık olduğu için yolları acayip virajlı. Bir yerden bir yere gitmek için döne döne bir hal oluyorsunuz. Ama tüm dağları zeytin ağaçlarıyla kaplı ve yemyeşil, bu yüzden mis gibi bir havası var. Her yeri bu kadar yeşillik olduğu için “Zümrüt Ada” diye de biliniyor.
Midilli Haritası

İlk durağımız Mantamados’tu. Seramikleriyle ve ballı yoğurduyla ünlü bu yerleşim yerinde Taksiarhis Manastırı’na uğradık. Manastırdaki ikonanın dünyanın tek insan kanından yapılma ikonası olduğuna inanılıyor. Bu nedenle burası Hristiyanlar için önemli bir ibadet yeri. İçeri girince camekanın içinde topraktan yapılmış kızıl renkli bir yüz var. İnsanlar bu yüzün önünde dua ettikten sonra eğilerek camını öpüyorlar. Yanındaki çocuklarına da öptürüyorlar.
IMG_5726

Mantamados

Manastırdan çıktıktan sonra yeşillikler içindeki bahçesinde oturup, buranın ünlü ballı yoğurdundan ve lokma tatlısından yedik. İkisi de oldukça lezzetliydiler.
IMG_5724

Bir sonraki durağımız ise adanın Unesco ödüllü, en güzel yerleşim yeri Molivos’tu (Mithymna). Taştan yapılmış bakımlı evleri, taş döşemeli daracık sokakları, en tepede kalesi ile buranın apayrı bir havası var.IMG_0876

İki gecenin ilk gecesi burada kaldık. Konaklanacak yerler pansiyon tarzı, ufak ve ucuz mekanlar. İlk geldiğimizde Adonis Otel’de kalmıştık, bu sefer orada yer bulamadığımız için Marianthi Toroz Otel’de kaldık. İkisi de güzel, tertemiz yerler, tek fark Adonis Otel merkeze daha yakın. Eşyaları odaya bırakıp denize indik. Resimden de görebileceğiniz gibi Molivos’un minicik bir kumsalı var.IMG_5741

Denizin giriş kısmı taşlık, ileriler kum. Kumsal ufak olduğu için çok tercih edilen bir koy olmasa da burada denize girmenin en güzel tarafı Molivos manzarasıyla yüzüyor olmanız. Açıldıkça karşınızda gördüğünüz manzara o kadar güzelleşiyor ki..

Molivos’un akşamı da oldukça keyifli. Güneş biraz çekilmeye başlayınca yolun aşağısındaki liman kısmı kalabalıklaşmaya başlıyor. Restoranlarda buziki eşliğinde birbirinden lezzetli yemekler servis ediliyor.IMG_5801

Ayrıca tepelerdeki mekanları da tercih edebilirsiniz. Biz limandaki bol mezeli ve deniz ürünlü yemeğimizden sonra, yukarılarda kahvemizi içmeyi tercih ettik. IMG_5805

Ertesi günkü durağımız Molivos’un yakınındaki Petra koyu oldu. Bu koy geniş kumsalıyla, tertemiz deniziyle keyifli bir gün geçirilebilecek bir yer. Öyle bizim plajlarımız gibi kalabalık da değil. Birkaç saat yüzüp keyif yaptıktan sonra ikinci gece konaklayacağımız güneye doğru yola çıktık.IMG_5826

Güneye giderken bir arkadaşımın tavsiyesiyle Agiasos Köyü’ne uğradık. Agiasos Köyü seramikleri, küçük kahveleri, tertemiz daracık sokaklarıyla oldukça şirin bir yer. Ama yüksekte bir dağ köyü olmasına rağmen hava o kadar sıcaktı ki, gündüz çok fazla kalınacak gibi değildi. O yüzden serin bir şeyler içip yolumuza devam ettik. IMG_5836

IMG_5841

Geldik adanın en güzel koyuna. İkinci gecemizi Agios Isidoros kumsalına bakan Agrogiali Otel’de geçirdik. Burası 1,5 km uzunluğundaki kumsalı ve nadir görülen çakıl taşlarıyla Yunanistan’ın en iyi 7. plajı seçilmiş. Şu denizin rengine bakar mısınız? Burada denize girince sanki tüm vücudum pamuklara sarılmış gibi hissediyorum her seferinde.
IMG_5882

Bu gelişimizde hem Petra’da hem de Agios Isidoros’da masaj için gezen Uzak Doğulu kadınlar dikkatimi çekti. Pazarlık yaparak 10€’ya ayak masajı yaptırdım. Kumsalda masaj da amma iyi fikirmiş gerçekten, herkese tavsiye ederim. Buradaki teyze Çin’den gelmiş ve 7 yıldır Midilli’de yaşıyormuş.Çinli

Deniz keyfinden sonra akşam yemeği için Agios Isidoros’un 2 km. yakınındaki Plomari’ye gittik. Plomari uzosuyla meşhur bir yer. Ünlü Barbayanni marka uzo burada üretiliyor. Ayrıca adanın diğer yerlerinde olduğu gibi askıda ahtapotlara da rastlamak mümkün. Kendileriyle akşam yemeğinde buluştuk, oldukça lezzetlilerdi.IMG_5860

IMG_0870

Son günümüzü de Agios Isidoros plajında geçirdikten sonra akşam feribotuna yetişmek için yola çıktık. Yine döne döne Midilli limanına ulaştık. Arabamızı verdikten sonra limanın yakınındaki marketlerden ufak tefek yöresel şeyler aldık. Upuzun geçen üç günün sonunda Midilli’nin tertemiz havasına, lezzetli yemeklerine, güzel kumsallarına ve tarih kokan sokaklarına tekrar görüşmek üzere diyerek feribotumuza bindik.