O Zaman Hazırlıklar Başlasın!!!

Gitmek kadar gitmeden önce yapılan hazırlıklar da çok keyifli. Gerçi bu süreçte kendimi biraz yıpratıp fazlaca yorduğumu da itiraf etmeliyim. Hem kendim için hem de çocuklar için yapmam gereken bir sürü hazırlık vardı.

Öncelikle kendimle ilgili olanlardan bahsedeyim. İlk olarak yaptırılması gereken aşılar için Sağlık Bakanlığı’nın Ankara’daki Seyahat Sağlığı Merkezi’ne gittim. Başvuran kişileri gideceği ülkeye ve kalacağı süreye göre aşılar ve dikkat edilmesi gerekenler konusunda yönlendiriyorlar. Güney Afrika Cumhuriyeti için gereken aşılar diğer Afrika ülkelerine göre nispeten daha az. Örneğin sarı humma aşısına gerek yok. Proje koordinatörünün dediğine göre gideceğim bölge sıtma riski olan bir bölge olmadığı için antibiyotik almama da gerek olmayacak. Tifo riskinin Türkiye ile aynı olduğunu, çeşmeden su içmediğim, içeceklerimde buz kullanmadığım, duşta, denizde dikkatli olduğum sürece bir sıkıntı olmayacağını belirterek, bu aşıyı da olmama gerek olmadığını söylediler.

Kaldı geriye temel diğer aşılar. Küçükken hangi aşıları olmuşum, hangi hastalıkları geçirmişim hiçbir fikrim yoktu. Anneme sorduğumda ise 4 kardeş olduğumuzdan dolayı aldığım tüm cevaplara soru işaretiyle yaklaşıyordum. Babam küçükken olduğum aşıları gösteren aşı karnemi bile buldu ama yazılanlardan ne biz ne de doktor bir şey anlayabildik. Bu devirde aşılarımızı, geçirdiğimiz hastalıkları gösteren bir kaydın olmamasını hala anlayamıyorum. Sonuçta kan testlerimi yaptırarak eksik olan aşılarımı tespit etmek zorunda kaldım. Hepatit B, Tetanoz ve Difteri aşılarımı oldum. Hepatit B aşısı, 3 doz olduğu ve tüm dozlar 6 ayda tamamlandığı için 3. dozum yetişmedi. 2 dozda da bağışıklık sağlanma ihtimali varmış, bu yüzden bir ümit 2. dozdan sonra kan testi verdim ama maalesef bağışıklık kazanamamışım. Kan yoluyla geçtiği için dikkatli olmam gerekecek. Gerçi AIDS de o kadar yaygın ki her halükarda dikkat etmem gerekecekti zaten.

15 yıldır kontakt lens kullanıyordum ve yıllardır göz çizdirmeyi hayal ediyor ama buna bir türlü cesaret edemiyordum. Orada enfeksiyon kapmayım, lensle uğraşmayım diye düşünerek gözlerimi karartıp lazer ameliyatı oldum. Demiştim ya bu yolculuk beni bir çok açıdan geliştiriyor diye, şu anda her iki gözüm sıfırlanmış olarak bunları yazarken bir kez daha mutlu oluyorum.

Ayrıca oraya gideceğim, çok güzel çocuklar göreceğim, bir sürü yeni yer keşfedeceğim, çekeceğim fotoğraflar da güzel olsun diye Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nin (AFSAD) 1. kur temel fotoğraf kursuna katıldım. Daha önce fotoğrafçılık konusunda ne bir bilgim vardı, ne de profesyonel bir makinem. İlk derse deneme amaçlı girdim, sevmezsem devam etmem diye düşündüm. Ama hem ortam, hem hocalar, hem dersler o kadar keyifliydi ki 5 haftayı çok büyük bir zevkle tamamladım. Kursun sonunda makinenizle fotoğraf çekmeniz isteniyor ve çektiğiniz fotoğrafları sınıfta hocalar değerlendiriyorlar. İşte o zaman fark ettim ki cep telefonları meğer her şeyi ne kadar da güzel optimize ediyormuş(!) O yüzden bol bol fotoğraf çekmeden ve AFSAD’ın diğer kurlarını da tamamlamadan yanımda makine götürmemeye karar verdim. Zaten bana gönderdikleri dokümanlar da güvenlik açısından üzerimizde takı, saat, fotoğraf makinesi gibi değerli eşyaların taşınmasının riskli olduğunu söylüyordu. Şimdilik makine götürmesem de kursta fotoğraf yorumlamaları sırasında edindiğim tecrübenin çekimlerimde işe yarayacağını düşünüyorum.

Onun  dışında düzenli spor yapmaya özen gösterdim. Orada ne kadar fiziksel bir aktivitenin içinde olacağız bilemiyorum ama tüm gün bilgisayar başında çalışan biri olarak zinde ve enerjik olarak gitmek istedim.

Son olarak alışveriş konusu kritikti. İlaç, giysi ve hediye alışverişi. Doktor arkadaşlarımla konuşarak götürülecek ilaçları belirledim. Giysi konusuna gelince, orada yaz olduğu için kış ortasında yazlık kıyafet bulmak zor işti. Ayrıca proje sırasında giyeceğimiz eteklerin ve şortların diz hizasından daha kısa olmasını istemediklerini belirtmişlerdi. Bu yüzden hem evdeki giysilerim hem de alabileceğim şeyler oldukça kısıtlıydı. Yine de bu konuya çok takılmadım, zaten yıpranmasından, zarar görmesinden endişe edeceğiniz kıyafetlerinizi getirmeyin, tesislerimizin imkanları temel düzeyde demişlerdi. O yüzden tek tük, rahat edebileceğim birkaç giysi alışverişi yaptım.

Hediyeler kısmını çocuklar için yaptığım hazırlıklarda anlatacağım. Çünkü bu konudaki çalışmalarım henüz tamamlanmış değil. Daha yapacak öyle çok işim var ki, hadi ben hazırlıklarıma devam edeyim…

Peki Orada Ne Yapacağım?

Merak edenler için biraz da projenin detaylarından bahsetmek istiyorum. African Impact adında İngiliz bir organizasyon şirketi aracılığıyla gidiyorum. Bu şirket Afrika kıtasında 12 ülkede gönüllülük projeleri yürütüyor.

Projeler toplum gönüllülüğü ve doğal yaşamı koruma gönüllülüğü başlıklarında ikiye ayrılıyor. Eğitim, spor, medikal, çocuk bakımı, cinsiyet eşitliği, doğal yaşam araştırması, hayvan bakımı gibi bir sürü konuda onlarca proje yürütülüyor. Benim gideceğim projenin ismi “30 Yaşın Üzerindekiler İçin Okul Öncesi Eğitim Projesi”. Projenin yürütüldüğü yer Cape Town, Güney Afrika Cumhuriyeti. Katılımcıların 30 yaşın üzerinde olma zorunluluğu var. Çünkü ilgileneceğimiz çocuklar çeşitli nedenlerle zarar görmüş (öksüz, yetim, istismar edilmiş vb.) ve kolay incinebilecek türden. Daha verimli bir katkı sağlanabilmesi için gönüllülerin olgun olmasını tercih ediyorlar. Gönüllülerin yapacağı temel işler okul öncesi çocukların eğitiminde öğretmenlere yardımcı olmak, çocuklara kitap okumak, onlarla resim çizmek, oyunlar oynamak; sağlık, beslenme ve hijyen aktivitelerine katkı sağlamak; bakım ve tadilat projelerine destek vermek. Tüm bunların dışında en önemli olanın onlara hak ettikleri sevgiyi ve değeri hissettirebilmek olduğunu düşünüyorum.

Proje sürekli açık ve gönüllüler projeye 2 haftadan 12 haftaya kadar katılım sağlayabiliyorlar. Proje süresince gönüllü evlerinde kalınıyor. Konaklama ve 3 öğün verilen yemek için bir miktar ücret ödüyorsunuz. Ayrıca uçak biletlerinizi ve seyahat sigortanızı karşılamanız gerekiyor. Adli sicil kaydı ve bir başvuru formuyla projeye dahil oluyorsunuz. Tüm bu süreçte aklınıza gelen her türlü soru için proje koordinatörü ile yazışıyorsunuz ve tüm merak ettiklerinize oldukça sıcak bir şekilde cevap veriyorlar.

Kontenjanlar kısıtlı olduğu için rezervasyonunuzu birkaç ay öncesinde yaptırmanız gerekiyor. Projeye 3 hafta katılmak istediğimi söylediğimde proje koordinatörü gereken tüm dokümanları ileterek gönüllülük sonrasında katılabileceğim 6 günlük bir tur önerdi bana. Turu inceleyince, gittiği yerleri görünce oldukça heyecanlandım. Kendisine sadece 3 haftam olduğunu, tura ancak gönüllülüğü 2 haftaya düşürerek katılabileceğimi, bu yüzden kafamın karıştığını söyledim ve onun bu konudaki fikrini sordum. O da bu proje için daha çok çalışanların başvurduğunu ve bu yüzden genelde 2 hafta katılım sağlanabildiğini söyleyerek, 2 haftanın benim için yeterli olacağını ve turun harika yerlere gittiğini, her gece farklı bir yerde konaklanacağını, Cape Town’a gelmişken bu turu kaçırmamam gerektiğini söyledi. Böylece benim gönüllülük işinin bir haftası da kendiliğinden tatile dönüşmüş oldu.

Böyle kendiliğinden ortaya çıkan süprizlere hep bayılmışımdır zaten. Maceranın ikinci kısmının da kişisel gelişimimde oldukça faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü bugüne kadar hiç tek başıma tatile çıkmamıştım. Anlaşılan bu yolculuk her açıdan kompakt bir deneyim olacak benim için. Internet erişimim nasıl olur bilemiyorum ama 2 hafta sonrasındaki paylaşımları gördüğünüzde gönüllülük bunun neresinde demeyin diye şimdiden söyleyeyim istedim 🙂

Herkesin Bir Fikri Var

Gitmeye tam anlamıyla karar verdiğimde konuyu insanlara yavaş yavaş çıtlatmaya başladım. Aldığım olumlu görüşlerin dışında en çok sorulan sorular şu şekildeydi:

  • Türkiye’deki çocuklar bitti de Afrika’dakiler mi kaldı? (bıyık altından gülümsemeler)
  • Tek başına mı gideceksin? (şaşkın surat ifadeleri)
  • Eşin buna nasıl izin verdi? (sorgulayıcı bakışlar)

Hatta dünyanın artık maceraya atılacak bir yer olmadığını söyleyip, kaçırılırsam ne yapacağımı bilip bilmediğimi soran insanlarla bile karşılaştım. Duygusal bir insan olduğumu söyleyerek psikolojimin etkileneceğinden endişelenen insanlar da oldu. Eminim kimse kötü niyetle söylemedi bütün bunları ama ben hepsine kulak tıkayıp olumlu düşüncelerle yola çıkmak istiyorum. Orada nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum elbette, bazen endişeleniyorum, anlatılanlardan korkuyorum, çocukları gördüğümde gözyaşlarımı nasıl tutacağımı düşünüyorum ama her şeye rağmen buna değeceğine tüm kalbimle inanıyorum. Bu yolun beni değiştireceğine, belki bana yeni yeni yollar açacağına, beklediğim gibi geçmemesi durumunda bile en azından yaşadığım hayatın kıymetini anlamamı sağlayacağına, öyle ya da böyle bana mutlaka bir şeyler katacağına eminim. Heyecanla bekliyorum o günün gelmesini.. Fazla zamanım kalmadı, 31 Ocak gecesi uçağım kalkacak. Hadi hazırlıklara başlayalım o zaman!!

Benim Gitmem Lazım..

Senelerdir kıvranıyordum, bir şeyler yapmam lazım, bir yolunu bulmam lazım, bir şekilde çıkmam lazım, yaşama kendi ellerimle dokunabilmem, gerçekten nefes alabilmem, renkleri uzaktan görmek yetmez, onları içimde hissedebilmem lazım. Biliyordum bütün bunları, çok iyi biliyordum. Günler birbirini kovalıyor, yıllar hızlıca geçiyordu. Bir şey olmasını bekliyordum. O bir şey, her neyse bir an önce olsun ve beni kurtarsın, beni ben yapsın. Olmadı işte, o şey bir türlü olmadı. Ben onu beklerken kımıldamam her geçen gün zorlaşıyor, sorular artıyor, kalbim sıkışıyor, düşünmekten yoruluyordum, son zamanlarda tek yaptığım şey uzanıp tavanı izlemekti, evet evin tüm tavanlarını ezbere biliyordum artık..

Bir gece yatarken kuracak hayalimin kalmadığını fark etmiştim, her günümün birbirine benzediğini, öyle yaşayıp gittiğimi. Ruhi Mücerret’in dediği gibi “Hayatım bir film olsaydı, izlerken ya uyuya kalır ya da yarısında çıkardım.” Bunu bilip hiçbir şey yapamamak, eksik olanın ne olduğunu bulamamak, onu nasıl tamamlayacağını bilememek çok yıpratıcıydı. Neden buradayım, ben ne yapıyorum, devam etmenin ne anlamı var? gibi sorular sorup,  varlığımı bir türlü anlamlandıramıyordum. Elimde bir sürü soru vardı, düşündükçe azalacakları yere artıyorlardı. Bir şeyler yanlıştı, bize öğrettikleri yollar, geçmemizi bekledikleri sokaklar, yaşamamızı istedikleri hayatlar.. Tüm bunları düşünürken, hayatla çok kavga ettim, her şeye kızdım, herkese küstüm. Belki bundan kimsenin haberi bile olmadı ama ülkeme, aileme, inandıklarıma, bana inandırdıklarına, sevdiklerime, hatta çok sevdiğim kitaplara bile. Öyle bir noktaya geldim ki artık kitap okumayacağım dedim. Başkalarının anlattıklarını dinlemek istemiyorum artık dedim. Kendi hikayem olmalı, kendi doğrularımı oluşturmalıyım, bunca senedir kafamı bir sürü yanlış şeyle doldurdular dedim.

Kafamdaki sorulara cevap bulamadıkça çareyi her şeyi olduğu gibi bırakıp gitmekte buldum. Hayal bu ya, bir sabah kalkıp çok uzaklara gidecektim. Bir anda, kimseye söylemeden. “Irmağın Öyküsü”nü de o zamanlar gözyaşları içinde yazdım, şimdilik ilk ve son öyküm. Sonra ailemle bir gemi yolculuğuna çıktık. 10 günde 5 ülke gezdik, sayısız güzel yerler gördük.

“Tüneller geçtim, camlardan yolları izledim, istasyonlarda bekledim, farklı tenleri, farklı müzikleri hissetmeye çalıştım, gökyüzüne baktım, havayı soludum derin derin, denizin kokusunu içime çektim, kalbimdeki heyecanı hissettim bazen, bazen de midemdeki ağrıyı ve boğazımdaki düğümü.. Nereye gidersem gideyim, ne yaparsam yapayım kendimleydim, gitmekle gidilemediğini söylemişti zaten şair..”
10 Mayıs 2015, Marsilya

O 10 günlük yolculuk bana nedensiz başını alıp gitmenin hiçbir işe yaramayacağını öğretmiş oldu. Ablamın da dediği gibi nereye gidersem gideyim totom da benimle gelecekti nasılsa. Haklıydı, derdim neydi, istediğim neydi, kendimle zorum neydi? Bilmiyordum, o kadar karmaşıktı ki, çözmek zaman istiyordu.

“binbircesitelif” de zaten buradan geliyor. Hakan Günday’ın “Kinyas ve Kayra” kitabında Kayra, içinde iki farklı insan olduğundan bahsederek o iki değişik Kayra’yı kabul ettiğini söyler ve ikisiyle de başa çıkabileceğini düşünür. Sonra her şeyi dışarıdan izleyen üçüncü Kayra’yı fark eder ve sonra dördüncüyü, beşinciyi… Der ki: “İçimde bir stadyum dolusu adam vardı. Ve ben saymaya daha yeni başlıyordum.” Bu satırları okurken ilk kez kendime itiraf etmiştim belki de, benim de içimde bir stadyum dolusu elif vardı. Bazısıyla tanıştık, bazısını henüz hiç görmedim, bazısını herkesten sakladım, bazısını ön safhalarda tuttum, bu seneye kadar öyle ya da böyle bir şekilde idare ettim hepsini. Ama bu sene roller birbirine karıştı, herkesten bir ses çıktı, baş edemedim, çok savaş verdim. Bazılarını bu yaşa kadar susturduğuma hayıflandım, geç kalmış hissettim kendimi.

Yine tavanlara baktığım bir gün, ne yapmalı ne yapmalı diye düşünürken, aklıma Afrika’ya gitmek geldi. Ne de olsa ölmeden önce yapılacaklar listemde geçiyordu kara kıtaya gitmek. Ama nasıl? Gezmeye olmasın, gezip gördüğüm yerlerden istediğim tadı alamıyor, yeterince dokunamıyordum insanlara. Bir yardım işi için gitsem? Birilerine faydam dokunsa? Daha önce hiç görmediğim insanlarla tanışsam, bambaşka hayatların içine karışsam? Birkaç kişiye sordum soruşturdum bir şey çıkmadı. Sonra unuttum gitti bu fikri, yine daldım kendi dünyama. Sürekli yeni bir şeylere elimi atıyordum ve hep boş çekiyordum. Elimi neye atacağımı şaşırarak, her seferinde aradığım şey her neyse onu bulmanın ümidiyle yeni şeyler deniyordum. Yine zor zamanlarımın birinde enerjisine güvendiğim çok eski bir arkadaşımın evine gittim ilk kez. Uzun süredir aklımda olan ama hep ertelediğim bir şeydi. Onu görmeye ihtiyacım vardı, iyileşmek isteyen biri gibi girdim o eve. Bir bir döktüm eteğimdeki taşları. Her nasılsa konu döndü dolaştı Afrika’daki çocuklara yardım için yapılan projelere geldi. Bana bunu daha önce denemiş birini söyledi ve benim için macera o gün başladı, 03 Ağustos 2015. Bunu yapabilir miydim, hiç bilmiyordum o gün. Sadece güzel bir hayaldi. Ama insanın aklına küçük bir düşünce tohumu düşmeyegörsün, o insan bir daha asla eskisi gibi olamıyor.

Başta kendim de inanmayarak, yavaş yavaş fikre ısındım. Oraya giden yıllardır görmediğim arkadaşımla yazışmaya başladım, sağolsun o da çok destek oldu bana, sonra organizasyon şirketine yazdım bilgi almak için. Dedim aşılarımı yaptırayım, dursunlar bir köşede belki lazım olurlar. Ama hala gideceğime tam olarak inanmıyordum. Konuyu eşime açtığımda asla böyle bir şeyi istemeyeceğini söyledi. Zaten kendim de git geller yaşıyordum.

Günler geçtikçe o tohum bende büyüdü, büyüdü, bir gün saklanamaz bir hale geldi. Beni hayata bağlayan bir şeye dönüştü. O çocukların resimlerine baktıkça, dünyanın dört bir yanından gelen diğer gönüllülerle geçireceğim zamanı düşündükçe, en çok da kendime yapacağım bu yalnız seyahati hayal ettikçe yaşadığım heyecan vazgeçmesi zor bir tutkuya dönüştü. Ve kendimi bir gün evden ve işten 3 haftalık iznimi koparmış, Cape Town biletlerimi almış bir şekilde buldum. İnsanlık için küçücük ama benim için kocaman bir adımdı bu attığım.

Herkesin kolayca yapabileceği kısacık bir seyahat bile olsa, sonunda iyi veya kötü nelerle karşılaşacağımı bilmiyor da olsam, tüm bunlar bana hala hayatta hayal kurulabilecek şeylerin olduğunu ve eğer gerçekten ararsak onları bulabileceğimizi hatırlattı. Bu süreçte bir kez daha anladım ki insan bir şeyi gerçekten istesin onu hayata geçirmek için bir şekilde bir yolunu buluyor. Hayal kurmak dünyanın en kıymetli şeyi. Bir şeyi çok çok istemek, ona giden yolda o heyecanla yatıp kalkmak.

Bu süreçte beni yüreklendiren çok sevdiğim dostlarıma, benimle heyecanımı paylaşıp tüm endişelerimi giderecek şekilde bana yol gösteren sevgili amirime ve de beni her halimle kabul ederek sevmekten hiç vazgeçmeyen canım eşime ne kadar teşekkür etsem az..Bakalım bu yolun ucunda beni neler bekliyor, bu yolda bana eşlik etmek ister misiniz?